23 Nisan 1954 yılında İzmir’de doğdum. Doğum tarihimin çocuk bayramı olması ile benim çocuk yazarı olmam arasındaki ilişki benim ne kadar ileri görüşlü veeee… Öhhö! Neyse… Karşıyaka’da eski bir rum evinde doğmuşum. Evi Atatürk hediye etmiş babaanneme (Rukiye, babamı evlatlık alıp soyadını vermiş olan hanım, Atatürk’ün üvey kızkardeşi.)
Kanarya İlkokulu’nu, Kültür Koleji’ni, Robert Kolej’i, Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’nü bitirdim ve 1980 yılında Mavibulut Yayınları’nı kurdum. Ne alaka demeyin; “mühendislik hesap işi kitap işi” dediler, ben ikinciyi seçtim.
Aynı yıl Redhouse Yayınevi’nde (en iyi ve öncü yayınevlerimizden biri) çalışmaya başladım. Müdür W. A. Edmonds (birkaç yıl önce kaybettik) beni hiçbir şey bilmiyor olmama rağmen işe aldı (aslında beni değil, ‘hevesimi’ işe aldı); onun hayatının yanılgısıydı ama benim hayatım değişti! Redhouse o yıllar iyi kâğıda çocuk kitabı basan bir yayıneviydi (böyle söyleyince komik geldi şimdi) ve yazarlar çizerler dünyamızla birkaç “kolejlinin” dışına çıkabilecek ilişki ağları yoktu. Gazeteye ilan vererek yazar/çizerleri çağırdım. O çağrıya gelenler arasında yer alan isimler bugün çocuk edebiyatımızın başta gelen demirbaşları oldular; iyi ki o ilanı vermişim.
1990-2000 yılları arasında çocuklar için çıkarılan ilk edebiyat dergisi Kırmızıfare’yi çıkardım… dersem acayip yalan olur çünkü tek başıma çıkarmadım; şimdi hepsi yıllanmış (moruk anlamında) arkadaşım olan nice yazar çizer dergiyi sürdüreyim de sürüm sürüm sürüneyim diye elinden geleni yaptı; yazdı, çizdi, akıl verdi, fikir verdi, hatta para bile veren oldu… Mustafa (Delioğlu, ‘mahalle’ arkadaşım) en güzel kapaklarını Kırmızıfare için yaptı; hiç para kabul etmedi; sadece cumhuriyet altını…. Hâlâ arada ‘ah Kırmızıfare şimdi de yayımlansa, ne güzel dergiydi!’ diyerek acımızı paylaşarak bizi yeniden sürünelim diye gaza getirmeye çalışan dostlarımız çıkmıyor değil.
İlk ‘çocuk edebiyatı araştırmaları’ dergisi Binbir Kitap’ı ise sadece üç sayı çıkarabildim; dördüncüyü hazırlıyorum, evet hala… (N’olmuş! Sanki okuyacaksınız da…)
Çocukça Dergisi’nin de danışmanlığını yaptım çok anlarmışım gibi. (Gelişim Yayınları’nda harika arkadaşım Şeyma (Gencel, arada yemek yeriz, Şeyma gene acıktım ben!) yönetiminde bir süre çıkmıştı. Mehmet (Ulusel) vardı Kâmil (Masaracı) vardı. Kıyak arkadaşlardır. Orda burda karşılaşırız arada. (Kâmil güleryüzlü olanıdır.) Ha bir de Orhan vardı (Alkaya), Cemal Süreya’ya “Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi”yi yazdırıp dergiye getiren odur.
1992 yılından 2002 yılına kadar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kütüphanecilik Bölümü’nde ders verdim. (Sonradan bölümün adını değiştirdiler çok içerledim.) Aynı bölümde yüksek lisans ve doktora yaptım. Ama daha iyisini yapmalıydım. Şimdi geriye bakınca… I-ıh! Tezim bile içime sinmiyor. Beni teşvik eden hocalarım (başta Meral Alpay, sonra Aysel Yontar, İsmail Erünsal, Hasan Keseroğlu…) daha iyisine layıktılar.
Öğrencilerimi hep sevdim; hâlâ da görüşürüz, kazık kadar oldu hepsi valla. Çoluğa çocuğa karıştılar. Mesleklerinde öyle başarılılar ki, valla bak, içim aydınlanıyor her birini görünce bir yerlerde.
Çocuklara yönelik kitaplar yazdım, resimledim, epey bir de kitap çevirdim, hoş kitaplar var aralarında, gurur duyduğum kitaplar ama tabii editörlüğünü yaptığım kitaplar daha çok; sayısını bilmiyorum.
Cumhuriyet ve Radikal gazetelerinde ve bazı dergilerde (arada yurtdışında da) çocuk edebiyatı ve çocuk kitaplarına ilişkin yazılar yazdım, ‘apturamançelebi’ olarak, n’apalım başka kimse yoktu ki o yıllar; bana yazdırmak zorunda kaldılar. İnanmazsınız, yazılarımı sevenler bile oldu (Süleyman Bulut hep ‘kitap yapsana şunları’ der durur; en eski dostlarımdandır, kıramam, yapcaz, mecbur…)
Ha bi de dernek kurdum arada. Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği. On yıl da (1994-2004) başkanlığını yaptım. IBBY (International Board On Books for Young People) üyesi olduk. Andersen Ödülü’ne aday gösterdik o on yıl içinde; Gülten Dayıoğlu’nu, Mustafa Delioğlu’nu, Ümit Öğmel’i, Muzaffer İzgü’yü… Bizden sonrakiler derneği daha da ileri götürdü; hatta 2018’de IBBY kongresi Türkiye’de yapılıyor… Bilmeyenler için sööliyim: İyi bişey… (Not: 4 Nisan 2017 tarihinde IBBY yönetimi Türkiye’deki “durum”un elverişsiz olması gerekçesiyle iptal etti ve kongre Atina’da yapıldı. Katıldım tabii. Zaten bu arada Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği’nin yeniden başkanı seçildim.
Konuştum bol bol. Yurt içinde ve yurt dışında işte böyle çocuk kitabı filan, yaaani hep aynı konularda (başka da bişey bilmem ki zaten, bunları da bildiğim şüpheli) konuş konuş konuş… Konferanslar verdim; ‘ayının kırk türküsü varmış, kırkı da armut üstüneymiş’ diye bi laf vardır ya hani, o hesap… Nezaketen dinlediler, bitince sevinçle alkışladılar bitti diye; iyi alkış almam ondandır. (Hayır, kıskananlar oluyo da anlayıp dinlemeden…)
Jüri filan yaptılar yarışmalarda… Büyük tehlikeler atlattım… Kötü bi yazardan “Onu yok edeceğim!” tehdidini bile aldım. Korkuyorum; bi ara kendim yok olmayı düşünüyorum artık; kitaplarımı yazmayı bitirince… Söz…
Okullara çağırıldım, çocuklarla konuşcakmışım da böylece onlar da kitap okuycaklarmış… Ben söylersem okurlarmış… Ya, hiç olur mu? Kırk yılda bir gelmişim ‘Kitap okuyun haaa! Yoksa döverim filan?’ diyecekmişim onlara… Hiç işim olmaz. Gülüyoruz biz. Nassı gülüyoruz görseniz! Öğretmenler de gülüyo. Çok güldük diye kızan öğretmenler bile oluyodur belki valla ama napiyim! Çocuklar gülünce her şey çok iyi olur gibi geliyo bana.
Acar (1987) ve Ozan (1994) adlarında iki oğlum, bi de 2017 eylülünde doğmuş bir kızım var. Adı Masal. Hayır yani böyle şeyleri merak edenler oluyo işte nedense, onun için yazdım. Beni büyüten annemle babam öldü ama dünyaya getiren (çok pişman) annem yaşıyo. Arnavuttur, sıkı börek yapar ama tabii bu sizi ilgilendirmez, bize ancak yetiyo.
Takım tutmuyorum arkadaşım, daalın!
Son dakika… 12 Kasım 2016’da evlendim. Ümran ile. Zavallı kız…
Şimdi birlikte Masal’ı büyütüyoruz. (Aslında o bizi büyütüyor ama siz yine de onun yanında pek söylemeyin bunu.)
2016’da, 2017’de, 2018’de ve 2019’de dört kez ünlü ALMA ödülüne aday gösterildiğimi de söylemezsem olmaz.
İşte bu kadar… 60 yaşımı çoktan bitirdim. Yolun yarısı eder. 🙂 Bundan sonra bu yaşamöyküsü satırlarının sonuna başka neler ekleyeceğimi sormaya kalkmayacağınızı umarım. Kim bilebilir? Bugün, şimdi, aha işte tam şu anda mutluyum ve bu da bana yeter. Yarın mı? “Kara bir duman gibi..” demiş ya Nâzım; “dağılsın…” diyorum ben de… “hâtıram rüzgârda…”