Çocukluğumdan kalan bir sözdü
“Fili Yuttu Bir Yılan./O yalan bu yalan/Fili yuttu bir yılan/Bu da mı yalan”
diye giderdi. Bu sözden yola çıkıp kelime oyunlarına dayalı bir öykü yazma fikri üzerine gelişti ve dizinin ilk adımı olarak devamının belirleyen bir işlevi oldu bu öykünün.
Bir daldan bakıp duran beş baykuş… Üstelik bu baykuşların beyaz benekleri var. Beş tuhaf yabancı. Yabancılara nasıl yaklaşırız? Onları nasıl tanırız? Cevap belli: Sorularımızı sorarız; tanımaya çalışırız. Dostluklar tanımayla başlar; tanıma da çaba gerektirir…
Şimdi cırt cırtlı pabuçlar var ama eskiden yoktu. Bağlamayı öğrenmek zorundaydık. Kahramanımız pabucunun bağını nasıl bağlayacağını bilemiyor ve sırayla annesinden, babasından, ablasından yardım alamayınca tilki ve kargaya gidiyor ve La Fontaine’in Karga ve Tilki fablı üzerinden bir sonuca ulaşıyor.
Maceralı bir okula gidiş öyküsü… Kaplumbağa, tavşan ve kartal… Kartalla yaptığı yolculuğun ilham kaynağı denizci Sindbad tabii ki. Ayrıca pop-up baskısını da yaptığım bu kitap dizinin en çok ilgi gören kitabı.
Dedem gerçekten de küçüklüğümde bana düdük yapmıştı ve o dal parçasının çakının birkaç usta hareketiyle ses çıkarır hale gelmesine hayranlık duymuştum. Dedem ömrü dağlarda bağlarda geçmiş bir avcıydı ve bizimle yaşadığı çok kısa süre içinde bende derin izler bırakarak gitti. Bu dizideki ailenin en eğlenceli bireyi…
Yine dedem… Ve yine çocukluğumda, başını sonunu bilmediğim bir tekerlemenin sadece “kümese düştü dedem” parçası aklımda kalmış. Kahramanımızın yeni öğrendiği “geçiyordum uğradım” kalıbını çeşitli ortamlarda kullanma çabası, ki çocuklar bunu hep yapar…
Sevginin sınandığı bir öykü. Ablamız bize dil çıkarıyorsa bu onun bizi sevmediği anlamına mı gelir? “Hayır” diyor annesi, “Ablan seni seviyor; çok üzülür sen olmasan.”
Ve kahramanımız bu sevgiyi test etmek istiyor. Komodinin içine girip saklanıyor. Halen evimdeki bu küçük komodinin içine ben de saklanıp annemi telaşlandırırdım. Garip olan şu ki oğlum Acar da aynı şeyi yaptı küçüklüğünde. Ya bu komodinde bir şey var ya da bizde…
Çok fazla yaşıtımın geçmişinde yok ama bizim çocukluğumuzda okul çantasını ters tutanlara “Aaa şuna bak sınıfta kalmış” derlerdi. Ayrıca bir de tekerlememiz vardı: “Öğretmenim kalemim yok, sınıfta kaldım haberim yok” diye… Kahramanımız sınıfta kaldığına inanıverince ortaya ünlü Fareli Köyün Kavalcısı çıkıyor ve onları sınıfta kalanlar ülkesine götürmeye çalışıyor.
Birinci kitabın sonunda baykuşlar gitmişlerdi. Bir anne beni arayıp “Baykuşlar öldü mü?” dedi. “Oğlum ağlıyor, geri getirin onları!” Bunun üzerine baykuşları geri döndürdüğüm bir dönüş öyküsü yaptım. Baykuşlar benekleri silindiği için kahramanımızdan yarım istemeye gelmişler…
Çocukluğumun geçtiği (Kanarya) yer kırlık tepelikti o zamanlar. Kuş avlamak da yaygındı. En çok da iskete, saka… Kendim avlayamadım hiç ama bir kuşum oldu ve kafesiyle birlikte eve getirdi. Geceleyin kedi kafesi parçalamış, kuş da gardrobun üstüne kaçıp kurtulmuş. Sabaha kadar onu yakalamaya çalıştım. Sabah da babamın önerisiyle serbest bıraktım. İlk ve son kuşumdu…
Korkuluğun amacı korkutmaktır ama aslında o da tıpkı bizim gibi korkabilir. Rollerimiz (mesleki, toplumsal, ailede vb) gerçek insani özelliklerimizi unutmamıza veya bastırmamıza neden olabilir ama onlar oradadır ve her an ortaya çıkabilirler. Bir vicdan ve empati öyküsü…
Dizinin ünlü giriş tekerlemesinin kitabı. Dedenin niye güldüğünü kitabın sonuna kadar anlamıyoruz ama sayfaları çevirirken biz de dede ile birlikte gülmekten kendimizi alamıyoruz.
Eve gelen canavar hiç kimseyi korkutmayı başaramayıp kederleniyor. Bütün aile onu teselli etmeye çalışırken anne korkutamama nedenini buluyor: Dişleri öyle pis ki, sipsivri ve keskin oldukları anlaşılmadığından korkutucu da olamıyor tabii. Çözüm?
Her gün uyanıyoruz, kahvaltı ediyoruz, giyiniyoruz, okula gidiyoruz, derslere giriyoruz, geliyoruz vb… Her gün her gün birbirinin aynı şeyleri tekrara edip duruyoruz. Acaba bir gün başka bir şey yapsak? Sürüp giden tekdüzeliği kırıversek bir yerinden? Neler değişir? neleri farklı yaşarız? Sonuçta neler olur? Hayatımız nasıl değişir?
Korkak bir çocuktum. Karanlıktan korkardım örneğin. İnsanlardan da. Babamdan da korkardım. Hayatım boyunca cesur olmamı gerektiren çok şey oldu. Korkularımızın çoğunu kendimizin var ettiğini (tıpkı çoğunu çocuklarımız için bizim ürettiğimiz “canavarlar, öcüler, iğneci doktorlar” gibi) öğrenmiş olmamın çok yararı oldu.
Sıkıcı bir pazar gününü sıkıcı olmaktan ne çıkarır? Çevremizdeki durağanlığı, aslında belki herkesin sıkılmakta olduğu ancak bunu değiştirecek bir ilk adıma ihtiyaç duyduğu bir ruh halini küçücük bir hareket değiştirebilir mi? Örneğin elimdeki kalemi masaya vurmaya başlasam…
Yeni kardeşin gelişi ve hamilelik üzerine bir öykü. Kediler, kuşlar ve insanlar nasıl çoğalır? Çocuk her birine yardım etmeye çalışırken aslında yeni bir durumla baş etmeyi de öğreniyor.
Tavan arası büyülü bir yerdir. Çocuk orada eski bir lamba buluyor. Lambadan da masallardan tanıdığımız cin çıkıveriyor. “Dile benden ne dilersen” demesini beklerken, hayır, bu cin farklı. Bu kez cinin bizden dilekleri var; daha doğrusu bazı emirleri!..
Arkadaş olmak mutlaka her konuda aynı zevklere ve düşüncelere sahip olmayı mı gerektirir? Biri yağlı ekmeğine tuz ekerken, öteki reçel sürmeyi seven iki arkadaşın yollarını ayırmaya karar vermelerinin öyküsü…
Sevmek koşullu bir şey midir? Seviyorum, dediğimiz bir kişiyi severken ondan bazı koşulları yerine getirmesini mi bekleriz? Bu beklentimiz gerçekleşmediğinde sevgimiz biter mi? Çocuğun annesinin sevgisini çeşitli hayali sınavlara soktuğu bir öykü.