Püf noktası… (2)
“Anne babaların zorla okuttuğu kitaplar ters etki yapıyor. Yine de asıl ‘müşteri’ onlar diyerek, öğretmeni ve anne babayı hedeflemek bu işin ‘püf noktası’ olabilir mi?” demiştik bir önceki yazıda. Tabii, bu soru tümüyle yazarın yazmak için, ya da yazar olmak için yola çıkış amacıyla yakından ilgili. Yıllar önce bir yazar tanıdığım kendi yayınevini kurmak istediğini söylerken gerekçe olarak “Ev almak istiyorum Fatih!” demişti. Eh bu bir başlangıç noktası olabilir, kabeye gitmeye kalkan karınca da, “Olur mu yav?” diyenlere, “Hiç değilse yolunda ölürüm!” dememiş mi? Kitap, dergi yayımlamak için evini barkını satanlara alışık olan belleğimiz için yeni bir bakış açısı olsa da…
Yani, bir yazar (adayı) eğer yola para kazanmak için çıkıyorsa, gerçekten de bolca satış için anne babayı hedeflemek doğru yol gibi görünüyor, değil mi? Parayı onlar veriyor nasıl olsa. Eğer onları (çocukları değil, anne babayı!) kazanırsak, çocuklar okusun ya da okumasın biz kitabımızı satmış oluruz. Ev de alırız, kariyer de yaparız, çocuk da yaparız…
Anne babayı hedeflemenin yolu da gerçekten “beyaz çocuklardan” oluşan kahramanlarla her anne babanın gönlünde yatan “beyaz çocuk” okurlara seslenmekten geçiyor. (Tom Sawyer de, Huck da elemeyi geçemiyor bu durumda, o muhteşem edepsizlikleri nedeniyle.)
Soruyu yalın hale getirelim: Birincil amacı para kazanmak olan bir çocuk yazarı anne babaya mı göz kırparak yazmalı, çocuğa mı? Anne babaya göz kırparak yazmak para kazandırabilir mi? Örnek; kitabın kahramanı kereviz yiyorsa anne baba bundan hoşlanabilir, ama çocuk hoşlanmaz. Ya da kahramanımız burnunu karıştırarak bir komiklik yapıyorsa anne baba tiksinir, çocuksa eğlenceli bulur ve güler. (Ergenlik çağı çocuklarının en ‘nezih’ esprisinin geğirmek olduğunu bilen bilir!) Böyle durumlarda anne babanın ve çocuğun tercihleri farklılaşır. Başa dönelim, parayı anne baba verdiğine göre ilkini yeğlemek daha doğru görünüyor. Ancak tam bu noktada, anne babanın çocuğa ‘doğru yemeği’ yedirmek için yardıma ihtiyacı vardır. Çocuk çocuktur, canı neyi çekerse onu ister, dördüncü gofreti de yer, mideme dokunur filan demeksizin. İşte o anda anne babanın yardımına çocuğun günün önemli bir bölümünü birlikte geçirip çoğunlukla çok etkilendiği kişiler koşar. Bunlar öğretmenlerdir.
Anne babalar ve öğretmenler, çocukla ilgili birçok konuda tam bir ittifak içindedirler. Anne babayı okşayarak para kazanmak isteyen bir çocuk yazarının bu ittifakın onayını alması çok yerinde olur. Bu onay nasıl alınır? Yani, anne babalar ve öğretmenlerin nezdinde ‘akredite’ yazar nasıl olunur?
Bir bankanın yarışma seçici kurulunda çok eğlenceli bir kitap, içinde bir küfür (Kemal Sunal filmlerinde çokça geçen, çocukların çok güldüğü, eşeğin babasıyla birlikte anıldığı küfürümsü söz) geçtiği için elenmişti. Küfürün de dilin bir boyutu olduğu, pespayeleşmediği, edebi metnin kurgusu içinde bir işlevi olduğu sürece pekala kullanılabileceğini bildiği halde üyeler bu yaklaşımda herhalde birbirine bağlı iki varsayımdan yola çıkmışlardı: Bir, çocuklar asla böyle küfürleri bilmez, öğretmeyelim. İki, çocuk böyle bir kitap okursa hemen küfür etmeye başlar!
O halde neymiş, anne baba ve öğretmenler küfür istemiyor. İşte bir püf daha… Küfür yok!
Bir de öteki taraftan baksak mı? Yani para kazanmak isteyen bir yazar acaba anne babayı değil de çocuğu ‘okşarsa’ nasıl olur?
Toplum olarak çocukları sevdiğimiz iddiası yaygındır. Bunun ölçüsü nedir bilmiyorum doğrusu. Bildiğim en bilimsel ve kapsamlı çalışmayı 1975 yılında Profesör Çiğdem Kağıtçıbaşı bütün Türkiye’de yapmıştı. (Doğu Karadeniz ayağında çalışmıştım.) “Çocuğun Değeri” adlı bu araştırmadan çıkan sonuçta anne babaların çocukları tümüyle duygusal nedenlerle sevdiği ortaya çıkmıştı. Yani “yaşlılıkta güvence olur” gibilerden daha çok maddi gerekçeler ilk planda çıkmamıştı. Eh, çocukları sevdiğimizi söyleyebiliriz bu durumda. İşte bu gerçek de çocuklara, kendilerinin de basbayağı farkında oldukları, müthiş bir güç veriyor. Çocuğumuz istiyorsa, yemeyip içmeyip onu alırız, ediniriz.
Yani, buradan çıkacak püf noktası şöyle dillendirilebilir: Çocuğu kazanırsan satarsın! Çünkü çocukta para yok, ama anne babadaki parayı harekete geçirme gücü var!
Bakın, aklıma geldi, son İstanbul Kitap Fuarı sırasında yeni bir tüccar/yayımcı kulağıma eğilip “para çocukta!” demişti, tıpkı “Graduate” (Aşk Mevsimi) filminde Dustin Hoffman’ın kulağına eğilip “plastik!” diyen aile dostu gibi. (Tam da yandaki sahne.) Şunu demek istedi: “Yayımcılıktan para kazanmak istiyorsan çocuk kitabı çıkar!” Ona göre “çocukta para var!” Bu da bir püf noktası sayılır, ama yazarları değil, yayımcıları ilgilendiriyor daha çok.
Çocukları okşamak ya da kazanmak için ille de çok nitelikli edebiyat yapmalı mısınız? Yooo… Berbat şeylerden de hoşlanabiliyor çocuklar, geğirme örneğini vermiştim. Televizyonlarda nice berbat diziyi izleyen, her yanıyla dökülen İvedik’e hasılat rekorları kırdıran yetişkinlerin çocukları değil mi onlar zaten?
Yine de her iki amaca yönelik bazı örnekler kurgulamak hoş olabilir. Yani anne babayı okşayacak türden örneklerle, çocukları okşayacak türden örnekler, bir sonraki sayıda… (derginin bir sonraki sayısı yayımlanmadı ne yazık ki…)