Bir Eğitim Mucizesi (Summerhill Okulu) / A. S. Neill / Çeviren: Güler Dikmen Nalbantoğlu / Yaprak Yayınları / 404 s. / 15.750 TL. / Kod. No: 142.045
“Çocuklarınız, sizin çocuklarınız değil. Onlar, kendi yolunu izleyen Yaşam’ın oğulları ve kızları. Sizin aracılığınızla geldiler, ama sizden gelmediler. Ve sizinle birlikte olsalar da sizinle değiller. Onlara sevginizi verebilirsiniz ama düşüncelerinizi değil, çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.”
—Halil Cibran
Sarsıcı kitaplar çıkar ortaya bazen. Eşsiz güzellikte bir roman, bir şiir kitabı. Biçimiyle yepyeni olabilir ya da konusu açısından çarpıcıdır, ilginçtir.
Bir de alışılmış, kanıksanmış yaşam tarzlarını, yerleşik toplumsal kurumları ya da bireysel ve sıradan varoluş biçimlerini ele alan, onlara farklı bir bakış açısı getiren kitaplar vardır. Bu kitaplarda günlük hayatımızı oluşturan sıradan ve kanıksanmış olaylara, ilişkilere, kurumlara ‘dil uzatılır’, değişmezmiş, değişmesi önerilemezmiş gibi görünen yaşam biçimleri irdelenerek insanlara, ferahlatıcı bir “neden olmasın” duygusu yaşatılır. George ve Nena O’Neill’in yıllar önce yayımlanmış bulunan Açık Evlilik (Altın Kitaplar, 1972) adlı kitabı bu türden bir kitaptı örneğin. Gerçi aile kurumu kökten ele alınarak irdelenmiyordu, ama iki insanın bazı basit özgürleştirici ilkelere uyarak birlikte yaşayabileceklerine ilişkin bir denemenin sonuçlarını içeriyordu.
A. S. Neill’in Summerhill Okulu / Bir Eğitim Mucizesi adlı kitabı da bu türden sarsıcı, kışkırtıcı bir kitap. Bu kez konu aile kurumu değil, Barbiana Öğrencilerinden Mektup‘ta (Gözlem Yayınları, 1977) olduğu gibi, eğitim. Kışkırtıcı, çünkü hangi ana-baba çocuğunun matematik, coğrafya, yabancı dil, tarih okumaktansa bahçede çelik çomak oynamayı yeğlemesini ve daha da kötüsü buna izin verilmesini hoş karşılayabilir?
İnsan mutluluğunun belli koşullara bağlı olarak elde edilebileceği yanılgısı yaşamımızın her döneminde etkindir. Çocukluktan başlayarak, ‘çok çalışırsak’ mutlu olacağımız söylenir. Bunun için de daha az oynamaya zaman ayırmak kaçınılmaz olur. Oyunla zaman harcarsak ‘gelecekteki’ mutluluğu elde edemeyiz çünkü. Bu durumda, ders çalışmak, oynamanın karşısına çıkıverir. Az oyun oynayan çocuk tabii ki sınavlarda daha başarılı olur ve sistemin doğası gereği çoğunlukla az oynayanlar, çok oynayıp az ders çalışanlardan daha ‘başarılı’ gözükürler. Oysa bu ‘başarılıların’ ne kadar çoğu mutsuzdur.
İlkokuldan sonra kolejlere ve Anadolu liselerine girebilme yarışına sokulan, bunun için normal ders yükü dışında bir de kurslara gidip gelen, içleri kıpır kıpır oynamak, uçurtma uçurmak isterken, bunu bastırmak zorunda kalan zavallı günümüz çocukları da geleceğin olası mutsuzlar ordusudur işte. Savaş kızıştıkça, kursların yükü ve fiyatı artıyor, çocuklar en oyunbaz çağlarında doğal eğilimlerinden alıkonurken ‘başarılı’ yetişkinleri mi hazırlıyoruz geleceğe acaba? Yoksa çocukken yeterince oynamamış, bunun için de işinde yaratıcılıktan yoksun işadamları, mühendisler, hayal gücünden payını almamış, dolayısıyla kendisi ve içinde yaşadığı toplum için dönüştürücü çözümler üretebilen politikacılar mı yetiştiriyoruz? Şurası muhakkak ki çoğunluğu önemli konumlara gelip, ülke üzerinde söz sahibi olabilecek kişileri yetiştiriyor bu okullar. Demek ki, ülkemizi çocukluğunu yaşamamış insanlar yönetmeye başlayacak giderek. Bakın A. S. Neill, kitabında ne diyor:
“Büyüğün, çocuğun oyununa karşı olan olumsuz tavrının kökü korkudur. Yüzlerce kez o kaygılı yakınmayı duydum, ‘Ama çocuğum bütün gün oynarsa nasıl bir şeyler öğrenecek, nasıl sınavlarını verecek?’ Çok azı benim cevabımı kabul ederler: Eğer çocuğunuz bütün gün oynamak istediklerini oynarsa, iki yıllık yoğun bir çalışmadan sonra koleje giriş sınavlarını verebilecektir, ama oyunu yaşamın bir öğesi saymayan bir okulda ancak beş, altı ya da yedi yıllık bir öğrenimden sonra bu sınavları verebilir.” (sayfa 85)
A. S. Neill, Summerhill Okulu’nu 1921 yılında İngiltere’de kurmuş. Şimdi artık kapanmış bulunan bu okulda Neill’in uyguladığı eğitim sistemi ise eğitim tarihine bir tür mucize olarak geçmiş.
1883 yılında İskoçya’da doğan Neill, Edinburg Üniversitesi’ni bitirmiş. 1921’de Avusturya ve Almanya’da kurduğu okullardan sonra İngiltere’de Summerhill Okulu’nu kurmuş. Bütün dünyada eğitimcilere ilginç bir deney olarak örnek olmuş olan Summerhill Okulu’nda Neill kendine özgü bir anlayışla, yepyeni bir eğitim sistemini geliştirmeye çalışmış.
Neill’in deneyi sarsıcı sayılabilir, klasik eğitim kurumlarında uygulanan eğitim anlayışına benzemediğinden güven vermeyebilir, ama ayrıntılarına girildiğinde bu deneyin birçok açıdan üzerinde durmak gerektiği ortaya çıkar.
Okulu kurarkenki ana düşüncesiyle Neill, zaten ilk adımda çok farklı bir anlayışı sergiliyor: Çocuğu okula uydurmak yerine, okulu çocuğa uydurmak. Bunun için de kuramının tümünü yasladığı temel bir kavrama yöneliyor: Özgürlük.
Özgürlük Neill için lafta kalmıyor. Çocukları derslere girmede ya da girmemede, dilediği dersi seçip dilemediklerini seçmemede, hatta belki senelerce hiç derse girmemede özgür bırakıyor. “Bir buyuran oldu mu gerçek özgürlük yoktur”, diye düşündüğünden tümü okulda yaşayan her yaştan çocukla kendisini de eş bir konuma koyarak okul yönetimini yaygınlaştırıyor.
Bütün bunların sonucunda anarşi mi doğuyor? Hayır. Korkuların tersine çocuklar bir büyük tarafından yönlendirilme gereği duymaksızın kendi kendilerini yönetiyorlar. Dilediklerini yapıyorlar, ancak kendi koydukları kurallar çerçevesinde dileyen Fransızca derslerine giriyor, dileyen yalnızca seramik yapıyor. Bunun sonucunda da sanılabileceği gibi hiç de mutsuz ve başarısız olmuyorlar.
Summerhill Okulu, eğitim üzerine düşündüren ilginç bir kitap. “Ben öğrenmeyi kötülemiyorum” diyor. Neill, “Ama oyundan sonra gelmelidir. Ve öğrenme hoş bir hale getirilmek için oyunla karıştırılmamalıdır.”
Galiba yaşama zaman zaman, “neden olmasın” diye bakmak gerekiyor…