Mıstık’la 40 Yılda Bir…

Tam kırk yıl oldu!”Oldu dediğinde ilk aklıma gelen şey çocukluğumdu. Mıstık, benim çocukluğumun çizeriydi çünkü. Doğan Kardeş Dergisi’nde onun o Mıstık’lığından kuşku duyulmayacak kadar kendine özgü çizgilerine bakarken Mıstık imzasının ardında yaramaz bir Mustafa’nın gizlenmiş olduğunu düşünürdüm hep. Yanılmamışım! Onu yakından tanıyınca anladım bunu.

Mıstık’ın kırk yıl önce başladığı çizerlik yaşamının ürünlerinden çocuklar için derlenmiş ilk karikatür albümüne bakarken teknoloji, uygarlık, çevre kirlenmesi, doğa, insan, bilim, savaş gibi kaygıları olan Mustafa’nın nasıl sık sık Mıstık tarafından altedildiğini izleyecek, ama yine de bu ‘ikili’nin birlikteliğinin sürmesini dileyeceksiniz.

“Tam kırk yıl oldu!”dedikten sonra sözü Cemal Nadir’e getiriyor Mıstık:

“1947 yılı, Doğan Kardeş’e çizdiklerimi götürmeye başladığım yıldır. Büyük bir hevesle çizdiklerimin dergide çıkmasını beklerken gizliden gizliye bir emelim de vardı: Cemal Nadir ustamızı tanımak… Dergide olduğunu biliyordum. Er geç karşılaşırız, diyordum. Olmadı. Acı haberi gazetelerden okudum. Büyük ustamızı yitirmiştik.”

Mıstık bu noktada duraklıyor. Onca tanışın istediği, ustası bellediği Cemal Nadir’in ölümü dolayısıyla yaptığı portresi Mıstık’ın çizerliğinin yayımlanmış ilk ürününü oluşturuyor çünkü.

“O tarihten sonra dergiden çizdiklerim yayımlanmaya başladı. 1950 yılına kadar sürdü bu. O yıl Mengü Ertel’le “San” adlı grafik stüdyosunu kurduk. Fikir onundu. Uzun bir süre birlikte çalışıp bol para kazandık. Daha sonra ben ‘Mıstık Prodüksiyon’u kurdum.”

“Peki, bu Mıstık adını kullanmak nasıl aklına geldi?” diye soruyorum Mıstık’a. Gülüyor hemen. Karikatürlerine Mıstık imzasını atmaya başladığında o da bir süre tedirginlik duymuş, doğru mu yapıyordum diye.

“Hani şöyle tumturaklı, ağırlığı olan bir imza yerine tam aksine çocuksuluk çağrıştıran bir isim… Olabilir miydi? Oldu.”

“Mıstık Prodüksiyon işi ne oldu sonra?”

“Harika bir dönemdi. Çizgi-film yapıyorduk. Tabii, o zamanlar sinemalar söz konusuydu. Film başlamadan önce gösterilen reklam filmlerinden yapıyorduk. Hiç unutmam. “Mıstık Prodüksiyon sunar” yazısı belirince seyirciden mutlu bir çığlık yükselirdi. Ve sonra televizyon dönemi geldi.

“Televizyon nasıl etkiledi Mıstık Prodüksiyon’u?”

“Biraz etkiledi. Yani yok etti. Sinema izleyicisi azaldı. Sinema izleyicisi azalınca sinemalardaki film öncesi reklam filmi olayı durma noktasına geldi.”

“Mıstık Prodüksiyon o nedenle mi kapandı?”

“Yalnızca o nedenle değil.Biraz da reklamcılığın bir “iş” oluşu var “sanat” oluşu var. Bunların çelişkisi var. Adam geliyor, Nasreddin Hoca’yı kullanarak çizgi-film istiyor benden. Olmaz dedim. Niye olmaz? Dedi. Olmaz çünkü Nasreddin Hoca bir felsefedir, sözdür; sözel bir tiptir. Buna karşılık Keloğlan derseniz, olur. Keloğlan bizim aksiyon yanımızdır çünkü; söze değil harekete dayanan bir tiptir. Nitekim Hoca yerine Keloğlan’la yaptım filmi, güzel de oldu.”

Mıstık Prodüksiyon kapandıktan sonra da yine çizmeyi sürdürüyor Mıstık. Artık dergilere karikatür çizmekle kalmıyor, çocuk kitapları resimlemeye başlıyor. Öyküsünü de kendi yazdığıTembel Karakaçanadlı kitap Türkiye’de resim kitap türünün başlangıcı sayılıyor. Onu hazırladığında böyle bir önemi olabileceğinin farkında olup olmadığını sordum. “Benim için o zaman tek önemli şey, bir kitabı resimleyip parasını almaktı. Ben çocuk kitapları konusunun önemini çok geç anladım. Yahu, düşün bir serüven çiziyorum. Çocuklar Adapazarı’na gidiyorlar, yani serüven gereği. Adapazarı’nda peri bacaları var. Olay cinler periler ile ilgiliydi de ben uzaydan gelen bazı yaratıklara bağlıyordum olan biteni. Düşünebiliyor musun, kimse de düzeltmedi; yahu Mıstık peri bacalarının Adapazarı’nda ne işi var diye. Çocuk kitaplarında böyle şöylerin çok çok önemli olduğunu anladım. Yanlışlar bir kez yerleşti mi onu söküp atmak çok güç oluyor. Böylesine tutucu bir yanımız olduğundan mı nedir, çocukken Taht-el bahir diye öğrenmişim denizaltını. Tabii, tam da söyleyemiyorum. “Tahtılbayır” deyip duruyorum. Bir arkadaşım denizaltı, dedi. Direndim. İlle de tahtılbayır olacak diye.

Şimdi tabii, çok farklı yaklaşıyorum, artık örneğin Bizim Ali’de bilgi yanlışı olmaması için yoğun bir ansiklopedi taraması yapıyorum. Çocuk kitapları gerçekten zor iş. Yıllar önce yaptığım bir kitapta bir kurda kuzuyu yedirtmiştim Aklıma bile gelmemişti çocuklar için o kuzunun önemli olabileceği. Bir arkadaşım, “Yahu ne yaptın?” dedi, “çocuğum bir haftadır ağlıyor!”

Tembel Karakaçan‘a gelince… O zamanlar çatışan iki görüş vardı çocuk eğitimi konusunda. Eskilerin aşırı disiplini karşısında bu kez yine aşırı olan bir serbestlik havası. Neredeyse başıboşluk. Tembel Karakaçan özgürlüğü seçer, ama özgürlük sorumsuzluk demek değil, tabii.”

“Peki Tembel Karakaçan’ın parasal yönü nasıldı? Yani para kazandırdı mı?”

Mıstık yine gülüyor; sonra da elini boynuna götürüp, yakası sanki onu çok sıkıyormuş gibi boynunu ileri uzatıyor. Söyleyeceği çok şey olduğunda yaptığı tipik hareketi bu Mıstık’ın.

Ama söylemek istediği her şeyi yine de söyleyemiyor sanki. “Babıali”yi konumuz dışında tutmaya baştan karar vermekle kötü mü etmiştik yoksa?

“20’den fazla baskı yapmış Tembel Karakaçan. Yıllar önce yayımcıma gidip, “yahu” dedim ‘bir gün de beni çağırıp bir telif ödemeyi neden düşünmezsin?’ Sırıttı bana yalnızca. ‘Hiç satılmıyor ki’, dedi. ‘O halde ben basacağım’, dedim. ‘Yo, yo’, dedi, direndi.Ama tabii, şimdi emelim Tembel Karakaçan‘ı yeniden resimleyip bastırmak.”

Mıstık’a bugünü soruyorum. Karikatürlerinde, çocuk kitaplarında, Bizim Ali’de, Uzay Çocukları’nda işlediği o şaşmaz konusu doğayı Basınköy’deki evinden nasıl görüyor bugün. Yeşil bir dönem mi geliyor? Yoksa Taş Devri mi? “Sülfür rengiyle kırılmış koyu gri bir dönem geliyor. Bak, bence çevre kirlenmesi yeryüzünün kanseri. Ona da çare bulunamayacak belki… Ama biliyor musun o kadar karamsar bir kişi de değilim. Hele kendi yaşamımla ilgili olarak… Bazen düşünüyorum da… Geçenlerde su faturası mı, elektrik faturası mı ne gelmiş. Para gerekli. Eşime dedim ki, “Yahu ben çok zenginim! Düşünsene Sait Faik’in, Sabahattin Eyüboğlu’nun ve daha nice güzel insanın dostluğunu yaşadım. Çok zenginim ben.”