Mavi bir kelebek ve kuşe yazarlar…

Mavi Kelebek. Erdal Ateş, Res.: İlknur Dedeoğlu, Yurtrenkleri Yayınevi, 2000.

Can kuş cıvıltılarıyla uyandı. Ve bir an (ne demekse) ‘çok uzaklara daldı.’ Ayla teyzesine gitmek istiyordu. Ona vişne toplarken yardım edecekti. Annesi, “Ormanda dikkatli ol!” dedi. (Neye karşı ve ne için dikkatli olması gerektiğini söylemedi.)

Can, teyzesinin evine onun köpeği Dindom’la oynamak için gidiyor. Dindom’un en sevdiği oyun ‘atlıkovalamaca.’ Bir sopayı at’a binmiş gibi tutarak koşmak. ‘At’ sözcüğünün nedense apostrofla ayrılmış. Dindom’da onu yakalamak için koşuyormuş. (Burada da nedense Dindom’dam sonra gelen ‘da’ bitişik yazılmış.) Can ormanda giderken şarkılar söylüyordu. Şarkılara kuşlar (tamam), tavşanlar (eh, masal bu ya), sincaplar ve karıncalar (karıncalar mı?) da katılıyorlardı. Oduncu amcayla karşılaşıyoruz. Oduncu amca diyor ki “Vişne toplarken dikkatli olmayı sakın unutma!”

Yani? Vişne toplarken dikkatli olmak ne demek ki? Yani ne yapayım? Ya da ne yapmayayım? Can anlıyor herhalde. Çünkü, “Peki” deyip yoluna devam ediyor. Sonra dere kenarında çiçekler gördü ve gözleri kamaştı. Neden gözlerinin kamaştığını bilmiyoruz, ama Can hemen çiçek toplamaya başlıyor. Sonra gelinciklerin olduğu yerde (tarlada filan değil, gelinciklerin olduğu yerde) bir kelebek gördü…

Can kelebeği yakalamak istedi. O koştu, kelebek kaçtı. “Bu böyle sürüp gitmeye başladı” Yani henüz sürüp gitmeye’ yeni başladı… Can yorulduğunu hissetti bir an. (Neden bir an?) Kelebeğin olduğu yere doğru elini uzatınca, kelebek son an da Can’ın avuçlarından kaçmayı başardı. (Tüh gene kaçtı. Üstelik ‘son an da’ derken da niçin ayrı yazılmış bilmiyoruz.)

Can sonunda kelebeği yakaladı. “Kelebek, Can’ın elleri arasından korkarak bakıyordu.” (Korkarak bakan kelebek?) Can kelebeğin peşinde koşarken bilmediği yerlere gelmişti. Bir çukura düştü. Sonra bir ses duydu. Neyse ki kelebek sihirli ve iyi yürekli! Ama Ayla teyzesine gitmediği için bir güzel haşlıyor çocuğu…

“Şimdi dev bir kelebek olacağım sen de kanatlarıma bineceksin. Ama sakın dikkatli olmayı unutma…” (Yine şu dikkat konusu… Bu kitabın okuru artık hayatın yalnızca dikkatten ibaret olduğunu anladı…)

Can kelebeğin ‘pamuk gibi yumuşak’, ‘mis gibi çiçek kokan’ kanatlarına sarıldı. “Artık, orman aşağılarda kalmıştı… Ve, hiçbir şey görünmüyordu. ‘Annem, bizi görünce çok şaşıracak… Gördüklerine inanamayacak…’ dedi. Can, bağırarak. Kelebek, ‘Haydi, şarkı söyleyelim annen için…’ dedi, Can, bağırarak.” (Can tabii ki bağırır, bu kadar çok ve gereksiz virgül arasında sesini nasıl duyuracak!) Ve söyledikleri şarkı: Papatya Şarkısı! (Neden Papatya Şarkısı? Nedir Papatya Şarkısı? Öykünün içindeki yeri ne, anlamı ne?) Ve tabii yine (aynı ekip) kuşlar, tavşanlar, sincaplar ve karıncalar da katıldı bu şarkıya… (Beraber ve solo…)

Sonra? Sonrası yok… Ne oldu? Niye oldu? Bilmiyoruz. Vişne bahçeli Ayla Teyze’ye ulaşamadık. Oraya giderken bir kelebeğin sırtına binip Papatya Şarkısı söyledik, hepsi bu? Peki ama neden bu şarkıyı söyledik? Haydi diyelim söyledin, Neden birileri kalkıp bunu öykü diye yazdı, birileri resimledi. Birileri de kuşe kağıda ciltli olarak basıp pahalı bir kitap yaptı? Amaç ne?

Bakın, bir an için her şeyi bir yana bırakıp serbest çağrışım oyunu oynayalım: ‘kitap’ deyince benim aklıma ‘edebiyat’ Ne bu? Öykü… Bozuk bir Türkçe… Bozuk bir imlâ… Anlamsız bir kurgu… Ama kuşe kâğıt! Ama lüks bir cilt…

Bu eğilim seksenli yıllarda başladı. Yetmişli yıllara kadar gelen ‘mesajyoğun’ çocuk kitaplarına tepki olarak mesajı olmamasına özen gösterilen, ama bu arada içinde hiçbir edebi nitelik de barındırmayan kitapların ‘yazıcı’ları “Aaa, ne var ayol, işte ben de yazdım. Altmış kitabım oldu, yetmiş kitabım oldu!” diye bunların sayısıyla övündü. Batılı örneklerdeki yalınlık ve sadeliği de doğru algılamadığı, Türk ve dünya edebiyatının ana damarlarından beslenmediği için, akşamdan sabaha kitap üreten bu sığ yazar adaylarının bir tek sığınakları kaldı: Kuşe kâğıt!

‘Mavi Kelebek’ adlı kitabın yazarının da, çizerinin de, yayımcısının da çocuklar için iyi bir şeyler yapmak amacıyla yola çıktıklarından şüphemiz olmamalı. Tabii ki yok, ama içinde hiçbir şey olmayan ve birçok dil aksaklıklarını içeren böyle bir kitabı yayımlama kararının arkasındaki iradenin kendini gözden geçirmesi mutlaka gereklidir. Yetişkin bir okurun kötü bir kitap okuması çok önemli olmayabilir, ama ‘Kitap okuyun!’ diye baskı yapıp durduğumuz küçük okurların kitapsever okurlar olmalarının keşfedilmiş tek yolu vardır: Güzel kitaplar yazmak ve yayımlamak…