Macera kitaplarıyla ilgili sorunların başında yetişkin yazarın çocuğun macera anlayışını yanlış algılaması yatıyor. Sık düşülen tuzak, yazarın ya kendi çocukluğuna, ya da kendi çocukluğunda okuduğu macera kitaplarına takılıp kalması. Çocukluğumda beni heyecandan titreten ünlü ‘İki Çocuğun Devrialemi’ ciltlerini daha sonra kendi oğlumun önüne uzattığımda onda izlediğim kayıtsızlık, bugünün çocuğuna macera yazmanın farklı bir bakış açısı gerektirdiğini düşündürtmüştü bana. Hep söylenir: Bugünün çocukları farklı. İyi de, zaman bizleri nereye götürürse götürsün çocuk çocuktur ve nasıl kasları gelişirken sürekli itiş kakıştan hoşlanıyorsa, kendi çevresinin dışında olup bitenlere yönelik ilgisini kışkırtan beyinsel gelişiminin bir noktasında da maceraya atılmak onda bir dürtü haline gelecektir, hangi çağın çocuğu olursa olsun…
Ancak konu o kadar basit değil. Bir kere çevresel koşullar var, değişen. Kaç çocuğun, bahçesindeki erikleri çalınacak komşusu var ve kaç çocuk için bu eylem bir macera sayılır? Maceranın klasik isimlerinden Tenten’i bir düşünün; güneşli güzel bir gün köpeğiyle yolda yürürken birden bir adamın bir çocuğu dövmeye çalıştığını görüyor. Hemen koşup müdahale ediyor ve adamı yumruklayıp çocuğu kurtarıyor ve belki de dünyanın dört tarafını dolaşmak zorunda kalacağı bir macera böyle başlıyor. Şöyle bir düşünün, kaçımız sokaktaki böyle bir olaya müdahale ederiz? Kaçımız yerde yatan bir adam görsek durup ilgileniriz? Denilebilir ki, Herge Tenten’i çizdiği yıllarda da sokakta yatan evsizler vardı. Sonuçta çizer belkide olanları değil, temennilerini çiziyordu. Olabilir, ama yine de böyle bir hareketin maceraya konu olması ve okur tarafından ilgi görüp okunması önemli.
Tenten’in daha doğrusu macera türünün ikinci önemli özelliği de yeni ve bilinmeyen mekanlara yer vermesi. Afrika’nın balta girmemiş ormanları, denizlerin dipleri, kutuplar, ıssız adalar ve hatta ay. Bugün bu yerlerin hiçbiri çocuklar için bilinmez değil. Televizyondaki belgeseller ise sık gidilmeyen coğrafyaları, az tanınan hayvanları ve bitkileri bütün ayrıntılarıyla gözlerimizin önüne getiriyor. Televizyon ve sinema filmlerinde, 60’lı 70’li yılların radyo tiyatrosu kuşağı çocuklarının uykularını bölecek dehşet sahneleri bugünkü çocuklar için filmden çıkınca unutulacak eğlence kırıntılarından ibaret. O zaman macera için geriye ne kalıyor?
Bugünün macera yazarının işi hem biraz daha zor hem de biraz daha kolay. Zor çünkü bugünün okur/çocukları biraz daha tok ve onları doyurmak için sıradan koşuşturmacaların ötesinde buluşlar, (örneğin sihir, büyü vb) ortaya koymak gerekiyor. Öte yandan kolay, çünkü yaşam giderek karmaşıklaşıyor ve kullanılabilecek malzeme çok. Sanal bir ortamda yaşayacağınız sibernetik bir macerayı, komşunun bahçesinden erik çalmaya yeğlemekte zorlanıyorsanız bu da sizin sorununuz tabii.
Şimdilik, pek başarılı sayılmasakta da macera türünde yerli ürün vermeye başladık. Neden başarılı değil? Çünkü özentinin aslında kötü olduğu kuralı burada da işliyor. Saçma rastlantılar, inandırıcı olmayan zorlama bir kurgu, yapay tiplemeler… Oysa macera türü okur kazanmanın en verimli malzemesi, çünkü özellikle 10 yaşından itibaren çocuklar macera türüne ilgi duyuyor ve bu türde kitaplar istiyorlar. Yetişkinler bile bu türe önem vermiyor, hatta bazı öğretmenlerin de desteğiyle bu türü karalıyor. Çocuklara yazmanın altın kuralı sayılabilecek olan kural burada da geçerli: macera kitabını yetişkin olarak siz bir okuyun. Size saçma geliyorsa büyük olasılıkla çocuğunuza da saçma gelecektir.
Günışığı Kitaplığı son derece özenerek kitap yayımlıyor. Minik İzciler Dizisi de iyi bir seçim. Hem çocuklar için, hem de macera yazmak isteyen yazar adayları için…