Kolay olmayan şeyler…

Aydede, Balon ve Zeze. Zarife Öztürk. Res.: Özlem Şekercioğlu, Çitlembik Yayınları, 2003. 24 sayfa.

Kitap Fuarı’nda bir stand. Genç bir anne baba. Stand görevlisinin elinde hazine sandığı türünden bir isimle pazarlanan ve Türkçeleri pek düzgün olmayan bir masal kitapları dizisi var. Görevli, elindeki seti gerçekten bir hazine tutarmış edasıyla tutuyor ve konuşuyor. Anne baba ise ya gerçekten hayranlıkla (ya da bunu oynayarak) görevliye bakıyorlar. Görevli kaptırmış, konuşuyor avaz avaz. Bu kadar kendinden geçmiş ve neredeyse huşu içinde sergilenen bir aptallığın (ya da kurnazlığın) tanığı olmak için ne günah işlemiş olabilirim, diye hayıflanırken adam tam bir cahil cesaretiyle haykırıyor: “Bakın” Kitaplardan birini gösteriyor. “Bakın, diyelim bunu okudunuz. Okudunuz değil mi?” Onaylatmak istiyor. Anne baba başını sallıyor. “Okudunuz tamam mı?” Ee, okuduk ne olacak, diyecek anne baba, ama nezaket işte. “Okudunuz. Şimdi kaldırın.” Neyi kaldırıyoruz? Nereye kaldırıyoruz? Anne baba şaşkın bakıyor. Ben de öyle. “Kaldırın. Dolabın en yüksek yerine. Çocuğunuzun ulaşamayacağı bir yere.” Nasıl yani? Kulaklarıma inanamıyorum. “Ulaşamayacağı bir yere” diye tekrarlıyor anne, emin olmak istiyor; çünkü karşısındakini konusunu gerçekten bilen bir uzman sanıyor. “Evet, yüksek bir yere. Şimdi bunu okudunuz ya… Okudunuz. Devamını isteyecek, vermeyin!” Vermeyelim mi? Neden? “Merak duygusu uyansın. Sakın setin ikinci bir kitabını açıp okumayın. İsterse ağlasın, bağırsın çağırsın. Asla okumayın, ertesi gün aynı saate kadar beklesin. O zaman bir tane daha okuyun!..”

İşin tuhafı da şu ki; aynı seti yıllar önce pazarlamaya çalışan bir başka görevliyi de yine bir fuar standında izlemiştim. O da şöyle diyordu: “Bakın, bu kitabı açınca ne görüyorsunuz?” Yine benzer bir anne baba vardı karşısında. Onlar da ‘uzman’ karşısında ezilip büzülüyorlardı. “Ne görüyoruz? Açık bir kitap.” Uzman keyifli. Yanlış cevap. Nasıl da bilemediniz! Eee, tabii, uzmanlık alanı bu. Bakın ben söyleyeyim de öğrenin: “Televizyon ekranı mı? Nasıl yani? “işte bakın, sayfayı açınca televizyon ekranı kadar büyük oluyor.” Anne baba nazik: “Eh, biraz benziyor. Küçük ekranlısından herhalde… Eeee?” Yani ne yapalım televizyon ekranına benziyorsa gibilerden soran bakışlar… ‘Uzman’ın cevabını yıllardır unutmaya çalışıyorum ve başaramıyorum:

“Efendim bu sayfaları açınca ortaya çıkan şey bir televizyon ekranı. Yani biz televizyon izleyen ve kitap okumayan çocuklara televizyona benzer bir seçenek sunarak okuma alışkanlığını geliştiriyoruz.”

Gerçekten bu hazine sandığı bir hazine. İçinden ne cevherler çıkıyor…

Bugün ülkemizde çocuk edebiyatı alanında her kim ne olmak istiyorsa tam zamanıdır. Çocuk yazarı mı olmak istiyorsunuz? Çocuk kitapları eleştirmeni mi olmak istiyorsunuz? Çocuk kitapları editörü mü olmak istiyorsunuz? Bunun için “Ben oldum” demeniz yeterlidir. Ne kadar kötü yazarsanız yazın, yazdıklarınızı yayımlayacak bir yayınevi bulursunuz. (Hatta tersine iyi ve özgün yapıtlar yayınevi bulamıyor.)

Çocuk kitaplarıyla ilgili hiçbir birikiminiz, araştırmanız, çabanız, geçmişiniz olmasa da eleştiri yazıları yazın, yayımlanır. Yine aynı şekilde, ülkenizde ve dünyada geçmişten bugüne nelerin yayımlandığını, nasıl bir gelişim izlendiğini bilmeseniz bile çocuk kitapları editörü olursunuz. Bundan sonrası kolaydır. “Ben yazarım” diyenlerin kitaplarını basarsınız ve arada bir bunlara ileri geri söz eden olursa, “Vay sen bizim yayınevine ha!” diye efelenirseniz olur biter. İşte bu kadar kolaydır. Kolay gelsin!

Ancak kolay olmayan şeyler var. Niteliksizliğin erdem halini aldığı ülkemizde bir yazar ve bir çizer her türlü ucuzluk arayışını bir yana bırakıp, kardeşini kıskanan Zeze’nin öyküsünü, anne babanın buna karşı tutumunu olanca duygusallığıyla ve inceliğiyle öyle bir anlatıyor ki, bütün umutsuzluğunuzu bir yana atıp bu iki insanı ve yayımcılarını kucaklamak istiyorsunuz (Sayfa düzeninde sorunlar var; yazılar resimlerin ayrıntıları arasında kayboluyor; ama bu yeni bir baskıda düzelebilir). ‘Aydede, Balon ve Zeze’yi üretenler böyle güzel bir kitabı yazıp ortaya çıkardıkları anda herhalde sevinçten bir uçan balon gibi gökyüzüne uçmuş olmalılar.