Eskimonun saati geçti…

Kurtların Kızı Julie. Jean Craighead George. Çev.: Begüm Kovulmaz, İş Kültür Yayınları, 155 sayfa.

“Foklar giderek azalıyor ve balinalar yok olmak üzere. / Hayvanların ruhları birer birer kayboluyor. / Amarok, Amarok, sen beni evlat edinen babamsın. / Ayaklarım sayende dans ediyor. / Gözlerim sayende görüyor. / Senin sayende düşünebiliyorum. / Bu fırtınalı gecede şöyle düşünüyorum: / Eskimonun ve kurdun saati çoktan geçip gitmiş.”

Yalnızca ABD’de yayımlanan eserlere verilmekte olan Newberry Ödülü sahibi (1973) ‘Kurtların kızı Julie’nin bitiş sözleri bunlar. Ve bu bitiş sözlerinin okurda uyandırdığı ürpertinin tek nedeni asla ve asla on üç yaşında bir eskimo kızının tek başına yaşadığı inanılmaz serüvenin Alaska buzullarında geçiyor olması değil. Evet, Julie’nin veya eskimo adıyla Miyaks’ın gelenekler uyarınca bir tür beşik kertmesi yöntemiyle evlendirildiği geri zekalı Daniel’den kaçarak San Fransisco’daki mektup arkadaşına gitmek üzere çıktığı yolculuk boyunca yaşadıkları tam bir serüven.

Sarsıcı bir metin

İlk anda 1970’lerde çekilmiş ‘Dersu Uzala’yı, sonra Jack London’ın ‘Kurt Kanı’ veya ‘Beyaz Diş’ini, James Oliver Curwood’un 1960’larda Türkçeye ‘Kuzey Göçebeleri’ adıyla çevrilmiş ve 80’li yıllarda ‘Ayı’ adıyla filmleştirilmiş olan kitabını (90’larda Kırmızıfare Çocuk Dergisi’nde tefrika edilmişti), daha da ötesi tek başına hayatta kalmayı işleyen yanıyla ‘Robinson Crusoe’yu, Tom Hanks’in oynadığı ‘Castaway’, Anthony Hopkins ve Alec Baldwin’in oynadığı ‘İhanet’ filmini aynı anda akla getiren sarsıcı bir metin. Bu örneklerden yola çıkarak kent insanının yaşamına renk katabilecek bir macera olarak okunabilir, ama bütün bu örneklerin de aslında hizmet ettiği başka bir amaca yönelik olarakta okunabilir, ki zaten yazarın bireysel olarak doğaya ve hayvanlara olan tutkusunu (evinde 175 hayvan besleyip doğaya bırakmış) göz önüne alınca kitabın bu yanıyla okunması anlam kazanıyor.

Doğa mı, medeniyet mi?

Yol boyunca Miyaks bir yandan hayatta kalma mücadelesi veriyor ve bunun için de bir kurt sürüsü ile dost oluyor, bir yandan da San Fransisco hayalleriyle kuzeyden güneye doğru ilerlerken aslında vahşi hayattan uygar hayata doğru bir geçişi izliyor. Kentli bir çocuk için Miyaks’ın biraz et yiyebilmek uğruna kurdun kusmuğunu eşelemesi asla anlaşılabilir olamaz, ancak bu, kurtların henüz katı yiyecekleri yiyemeyen yavruları için yiyecekleri yumuşatma yöntemi. Ama aynı şekilde Miyaks da yolculuğunun sonlarına doğru Gussak’ın yani beyaz insanın hiç ihtiyacı olmadığı halde gelip uçakla kurtları öldürmesini hiç anlamıyor. Ve San Fransisco’ya gitmek yerine, tam babasını bulmuşken yeniden doğaya dönmeyi ilk kez o zaman düşünüyor:

“Kış aylarında kardan ve buzdan evler yapacak, yazın da çimenleri kullanarak yaptığı küçük kulübede yaşayacaktı. Bıçağıyla ahşap yontacak, dikiş dikecek ve tuzak kuracaktı. Bir gün kendisi gibi bir erkekle karşılaşacaktı. O zaman birlikte çocuk yapıp hayvanların ve doğanın kucağında, onlarla uyum içinde yaşayıp gideceklerdi.”

Oysa uzun yolculuğun sonunda, çoktan ölmüş olduğunu sandığı, ancak yeni bir kadınla (beyaz bir kadınla) evlenmiş olan babası için durum farklıdır:

“Artık benim bir uçağım var, Miyaks. Bugünlerde avlanmanın tek yolu bu. Foklar giderek azalıyor ve balinalar yok olmak üzere; ama sporcular hala uçaklardan avlanabiliyorlar.”

Yeni annenin de Miyaks için planları hazırdır:

“Miyaks, buradaki okulda öğretmenlik yapıyorum. Yarın seni de okula yazdırırız. İngilizce okuyup yazmayı öğrenirsin. Bu küçük eskimo kasabasında bile İngilizce bilmeden yaşamak çok zor.”

Miyaks’ın karşı karşıya kaldığı bu ikilemden nasıl çıktığının ipucu kitabın da son cümlesinde gizli. Okuyacaklar için…