Dergiler, babam ve Kırmızıfare

Dergileri, kitaptan ayrı düşünmemin nedenlerinin en başında şu gelirdi: Dergilerde çizgi-romanlar vardı. Çarşamba günleri çıkan Miki Maus‘u (o zaman adı yalnızca Miki’ydi.) önce uzaklardan görürdüm. Nasıl uzaklardan? Kelimenin tam anlamıyla uzaklardan.

Size şöyle açıklamaya çalışayım. Evimiz bir tepenin üstündeki düzlüğün tam ortalarındaydı. Yani sanki bir masanın kıyısında değil de, ortasında. Örneğin, yemek masasındaki tuzluk gibi. Tabii, düzlük de öyle şimdiki düzlükler gibi değil, bomboş. Tam bomboş da değil aslında. Bir teneke ev var. Gerçekten. Aslında ahşap bir ev galiba, ama ahşabın üzerini teneke levhalarla kaplamışlar. Bu teneke ev biz çocuklar için çok önemliydi, çünkü evin önünde, arkasında, yanlarında ve tepesinde oynardık. Evet tepesinde, çünkü biraz büyümeye başlayanlarımız teneke evin pencere kenarlarına tutunarak tepesine çıkmayı başarırdı.

Kışları kimse yaşamazdı teneke evde. Yazları ise Ermeni bir aile gelirdi. Aile dediysem, bir baba, adını unuttum, iki de kız, Zaruhi ile Duruhi. Onların adlarını unutmadım.Onların ne kadar güzel kızlar olduklarını birkaç on yıl sonra eski fotoğraflarda görünce anladım. (Ama bu artık ne işe yarar ki!)

İşte bizim evden düzlüğe doğru bakıldığında ilk önce bu teneke ev görülürdü. Teneke evin ardından da düzlük uzanır ve birden aşağı doğru inen bir yamaçla kaybolurdu. Buna, bir tür kısa menzilli ufuk da diyebilirdiniz. İşte bu ufuk her Allah’ın günü aynıdır da, bir tek Çarşamba günleri akşam üzerine doğru farklı olurdu. Çünkü, çünkü, çünkü…

Her Çarşamba akşamüzeri o kısa menzilli ufukta önce bir kafa görünürdü; küçük, yuvarlak, hafif yana yatık ama asla eğik değil. Bu kafaya az sonra iki omuz ve kollar eklenirdi. Ben omuzların aşağısının da belirmesini beklerdim, ama babam o ana kadar beni öteki oynayan çocuklar arasından fark etmiş olduğu için hemen sağ elini kaldırır ve “Miki Maus” dergisini sallardı. Koşardım. Babam, “Hoşgeldin babacığım beklerdi!” Beklerdi de (Bu beklentisini hiç dile getirdiğini görmedim) bulamazdı. Ama yine de mutluydu. Okumamıştı, ama okumanın önemini biliyordu. İstanbul’un uzak banliyölerinden birinde kurmak zorunda kaldığı yaşamını anlamlandıran (ve güçlendiren) oğlunun okuma tutkusu ona çıktığı yokuşun yorgunluğunu unutturuyordu.

Miki Maus’lar birikti birikti. Bayram harçlıklarıyla bir araya gelince de harika bir oyun çıktı ortaya: Amcamın oğlu bir dergi satıcısı oluyordu. Satıcı ne yapar? Malını sergiler. O da Miki Maus’ları (benimkileri tabii, onun yoktu) halının üzerine sıralıyordu. Bayram harçlıkları torbası da bendeydi (birleştirmiştik harçlıklarımızı, bu oyun için.) Ben de müşteri oluyordum. Dergilerin önünde gidip geliyorum, inceliyorum, sözüm ona , beğendiğimi alacağım. Ve alıyorum. Uygun bir ücret ödeyerek. Tabii, ne oluyor? Bir süre sonra dergiler bana geçiyor, paralar ona. Bu kez o müşteri oluyor ve böylece sürüyor oyun…

Tabii bu Miki Maus’lar fasikül olanları. Onlar birde ciltli olarak çıkıyordu zaman zaman. Karton kuşe kapaklı. Aynı yıllarda Karşıyaka iskelesine giderken köşe başındaki gazete bayiinde gördüğüm gibi. Babamın elini hafifçe çekiştiriyorum, dursun diye. Çünkü dergiyi elime alıp bakmak istiyorum. Vapura yetişeceğiz. Sonra da İstanbul’a gelmek üzere otobüse. Cildin fiyatına bakıyorum. Çok emin değilim, fiyatlar konusunda kafam karışık, ama bilmiyorum iki buçuk lira olabilir mi? Aklımda öyle bir fiyat var. Babama pahalı geldiğini sanıyorum. Çünkü kuşe kartonun parıltısı kamaştırmış gibi gözlerini kısıyor, başını çeviriyor.

Miki Maus cildiyle babam arasındayım. Bir iki saniye süren tarifsiz bir gerilim. O cilt benim olsa…

“Alır mısın?” diyemiyorum. Yalnızca cilde bakıyorum. ( Şimdi oğlum da aynı şeyi bana yapıyor.)

O bir-iki saniye, güneşi yansıtan kuşe karton kapaklı Miki Maus cildini, babamın bana göstermemeye çalıştığı gözlerini hiçbir zaman unutamadım. (Belki o da unutmamıştır, hiç sormadım.)

Şimdi kendime sık sık soruyorum. Acaba o Miki Maus cildini o gün babam bana alabilmiş olsaydı, Kırmızıfare’yi çıkaran bir çocuk kitapları yayımcısı olur muydum? Bunu kim bilebilir? Ayrıca, amcamın oğluyla oynadığımız dergi satma oyununun bir gün yayımcı olup dergi satmaya çalışacağımın ilk işareti olup olmadığını da. (Düşünsenize ne beyhude bir iş yapmaya kalkmışım; oyunda bile yalnızca amcamın oğluna satıyorum, üstelik kendi paramla.)