Çok tanıdık olan bu çekici başlıktaki “aşk” bu kez bildiğimiz tensel duygusal aşk değil; bambaşka bir aşk. Böyle güçlü bir sözcükle tarif etmek istememi mazur görün; bir yılı aşkın bir süredir kısmen eve kapandığımız ve aslında bir yandan da yepyeni yaşam biçimlerini test ettiğimiz süreçte bu “aşk”ın konusu bu kez (ne mutlu ki) çocuk edebiyatı oldu.
Çocuk edebiyatı ve çocuk kitapları bir alan olarak her zaman belli bir çekicilik taşır. Son yıllardaki “patlama”nın iyice ortaya çıkardığı ama aslında hep var olmuş olan bir durumdur bu. Bu alanla ilgilenmeye başlamamın üstünden 41 yıl geçti ve bu uzun süre içinde çocuk edebiyatına yönelik ilginin yukarı doğru uzanan kesintisiz bir çizgiyi izlediğinin tanıklarından biriyim.
Yılda 6000 civarı kitabın yayımlandığı 1980’lerden yılda 78 bin çeşit kitabın yayımlandığı 2021’e uzanan yolda değişen ve gelişen sadece bu sayılar olmadıysa da sayılar önemli. Çocuk kitabı da yayımlayan üç beş yayınevinden, hemen hemen tüm yayınevlerinin çocuk kitabı yayımladığı ve sadece çocuk kitabı yayımlamak üzere kurulmuş çok sayıda ve nitelikli yayınevlerinin etkin bir şekilde çalıştığı bir döneme gireli çok oldu.
Bütün bu gelişmeler mutlulukla karşılamamız gereken gelişmeler, her ne kadar yaygın ve pek yerinde bulmadığım bir tabirle “önüne gelen çocuk kitabı yazıyor” ise de… Önüne gelenin kitap yazmasından niye rahatsız olabilir ki bir insan? Niye yazmasın? Bu bana biraz şunu hatırlatıyor; hani adam köyden İstanbul’a göç eder de biraz “kentlileşince” kendisinden sonra gelen “köylüleri” beğenmez… Yani, kendisi yazar olmayı, kitaplarını yayımlatmayı başarmış birinin de bir zamanlar bir “önüne gelen” olduğu gerçeğini unutmaya ne gerek var değil mi? Buradaki sorun şu: Önüne gelen elbette çocuk kitabı yazmak isteyebilir ve yazar da, herkesin böyle bir hakkı var, ancak asıl sorun onların yazması değil, yayımcıların “önüne geleni” yayımlamasıdır bana göre.
İşte editörlüğe geliverdik… Bir ülkenin yayın hayatının rengini, kokusunu belirleyen kişidir editör. Ve aslında sanılanın aksine, neyi yayımlamaya karar verdiğinden çok neyi reddettiğiyle sağlar bunu. Yazmaya ilk adımını atan muhteşem bir yazar adayı da, akşamdan sabaha beş kitap “attırıveren” yazıcı da ilk adımlarını atarken ve henüz editörün filtresinden geçmemişken bir “önüne gelen”dir.
Eğer bugün çocuklara yönelik yayın hayatımızın nitelik olarak gelişiminden söz edebiliyorsak bunun en önemli parçası çocuk yayınları editörlerimizin gösterdiği gelişmedir. Bugün çok sayıda nitelikli çocuk kitabı yayımcımız var ve buralarda (birkaç) dil bilen, dünyayı tanıyan, edebi bilgiye ve entelektüel birikime sahip, enerjik editörler çalışıyor. Bu çok şeyi değiştiriyor ve değiştirecek. Ortalığa çocuk kitabı kılığında dökülen nice çerçöp hiçbirimizi endişelendirmesin; her alanda gelişme nicelikle başlar, bir ayıklanma süreci yaşanır ve nitelik gelip baş köşeye kurulur.
Ayıklamayı kim yapar? Sanılanın aksine, bir takım resmi veya özel, bilirkişiliği kendinden menkul kurullar, kendine iş alanı yaratmaya hevesli bazı pedagoglar/psikologlar vb değil, bizzat hedef kitle, yani çocukların kendileri (okur) ve bunlarla birlikte anne babalar (müşteri) yapar bu ayıklamayı. Kitabı satın alan kişi olmasalar da, yani müşteri olmasalar da öğretmenleri de bu ikinci kategoriye koymalıyız çünkü onlar kitabın satın alınmasında önemli ve çoğunlukla yapıcı bir rol oynarlar. Yetişkin kitaplarından farklı olarak, çocuk kitaplarında yetişkin ve okur ayrımı yapmak durumundayız. Yetişkinler olarak bizler okuyacağımız, yani okuru olacağımız kitabı kendimiz satın alma kararı verip alırız. Oysa çocukların kitaplarını belli bir yaşa kadar anne baba satın alır; yani müşteri ile okur farklıdır. Bu basit görünen ayrım çok şeyi değiştirir. Şöyle ki:
İster “önüne gelen” ister “ileri gitmiş” bir çocuk yazarı olalım, kitabımızı yazarken, bir yetişkin yazarından farklı olarak okurumuzu (yaş grubunu) belirlemek gibi bir kaygı içinde oluruz. Konu o yaş grubuna uygun mu? İlgi alanına girer mi? Dil? Cümleler çok mu karmaşık? Kurguyu takip edebilir mi? Peki, kullandığım (kullanacağım) bazı argo deyişler çocuk okur için uygunsuz kaçar mı? Bütün bunlar yazarın alacağı önemli bir kararla ilişkilidir bir yandan: Kitabı çocuk okuyacak ama annesi babası satın alacak… Bu durumda yazar kimi mutlu etmeli? Hangisi daha doğru olur? Öyle kitaplar var ki çocuklar bayılsa da anne babalar (ve öğretmenler) gördüklerinde kaşlarını çatıyorlar. Böyle kitaplar yazabilirsiniz, çocuklar size bayılır ama müşteri onlar değil ki… Bir süre sonra sosyal medyada aforoz edilirsiniz ve kitabınız çocuklara ulaşamaz hale gelir. Öte yandan öyle kitaplar var ki anne babalar bayılıyor ama çocuklar için çok sıkıcılar. Yine sosyal medyada anne babalar birbirlerine bu sıkıcı kitapları övüp duruyor. Yani? Yani çocukların zorla okuduğu kitapların yazarı olmak da bir tür kariyer, tercih “önüne gelenlerin” yapacağı bir tercih…
Bu durumu keskinleştiren süreç aslında şu hep değindiğimiz son yıllardaki gelişmeyle yakından ilgili. Patlama da diyebiliriz. Çok kısa bir cümleyle söylemek istersek: Anne babalar çocuklarının kitaplarını okumaya başladı! (Bir kısmı çocuklarının kitap okuma yaşına gelmesiyle birlikte kendileri de kitap okumak diye bir şeyin ilk kez farkına vardılar ama bunu bir kenara bırakabiliriz şimdilik.) Edebiyat nosyonuna sahip nicelerini (neyse ki az değiller) meclis dışı tutarak konuşursak, bu çocukları-okuma-yaşına-gelmiş yetişkinler, genel bir edebiyat zevki geliştirmiş bireyler olmadıklarından ve çocuk kitabı gibi (“alt tarafı çocuk kitabı”) bir “şeyin” neden ders kitabı olarak değil de edebiyat sınırları içinde değerlendirilmesi gerektiğini bilmediklerinden, nice edebi inceliğe sahip kitabı ve yazarlarını hırpalama konusunda epey cömert davranabliyorlar.
Bu bir süreç ve bu da geçecek… Ama kendiliğinden geçmeyecek tabii. Bu alanın insanları bu konuları konuşacak, irdeleyecek, kendi aralarında anlaşmazlıklara düşecek, çatışacak ama sonuç olarak zihinler zenginleşecek. Bu alanda yayınlar yapılacak, dergiler, kitaplar çıkacak. Kurumlar, sivil topluluklar paneller, konferanslar düzenleyecek, bilgi üstüne bilgi, görüş üstüne görüş eklenecek, biriktirilenler katmerlenecek. Bu alan böyle gelişecek. Ve bu gelişme aslında yazarları özgürleştirecek; istediklerini korkmadan yazıp çizecekler; tek kaygıları edebiyat ve sanat olacak.
Corona günleri dediğim bu geçen bir yıl boyunca yüz kişiden fazla insana “Çocuklar İçin Yazmak” kursu verdim ve vermeye devam ediyorum. Nice değerli beynin çocuklar için kitap yazma isteğinin basit bir heveslenme olmadığına bizzat bire bir tanık oluyorum. Karşıma gelenlerin nasıl bir aşkla geldiklerini gördüğüm için hiç tereddüt etmeksizin bir kehanette bulunuyorum: Birçok alanda ülkemizin ne yazık ki dünya sıralamalarında gerilere düştüğü söyleniyor. Ama çocuk edebiyatımız, özgün çocuk yazarlığımız, önümüzdeki yıllarda, bütün olumsuz koşullara rağmen, dünya ölçeğinde geriye doğru değil, ileri doğru tırmanacak. Bunu hep birlikte göreceğiz.
Fatih Erdoğan, Mayıs-Haziran 2021, Sinedebiyat Dergisi, sayı: 27, s. 8-9