Kendimiz okusak da okumasak da, en büyük kaygılarımızdan biri çocuklarımızın kitap okumasıdır. Çocukları kitap okuyan şanslı anne babaları bir yana bırakalım. Onların olsa olsa bu okuma alışkanlığının sürekliliğiyle ve okunan kitapların kalitesiyle ilgili kaygıları sürüyor olabilir ve bu da ciddi bir konudur. Çocuklarının elinde asla kitap görmeyen anne babaları da iki gruba ayırmak mümkündür: Bunu sorun eden anne babalar ve bu konudan rahatsız olmayan anne babalar. (Bir de kırmızı ışıklarda cam silmeye çalışan, zorunlu eğitimi güç bela bitirmeye çalışırken ustaya ‘çay kapıp gelen’ çocuklar ve onların, varsa, anne babaları apayrı bir kategori ve ayrı bir konudur.)
Bizim konumuz çocuklarının kitap okuma alışkanlığının olmamasından ya da az olmasından rahatsız olan ve bu konuda neler yapabileceği konusunda samimi olarak kafa yoran anne babalar. Genelleme yaparsak, bu anne babalar çoğunlukla kendileri kitap okuyan, ya da kendi okuma alışkanlığı dikkate değer düzeyde olmasa da, çocuklarının kitap okumasının önemli olduğunu bilen, eğitimin yalnızca okulla ve ders kitaplarıyla alınmadığını bilen bir kesimi oluşturuyor. Kendi gereksinimlerinden fedakârlık yaparak çocuklarının ‘tahsili’ için ‘ceketini satan’ daha çok eski nesil anne babalarımız da işte bu kesim içinde kabul edilebilir. Bu anne babalara genel bir ad olarak ‘aydın anne babalar’ dersek hiç yanlış olmaz.
İşte, çocuklarının daha çok kitap okumasını isteyen bu aydın anne babaların en temel sorunlarından biri çocuklarının az ya da çok kitap okuması olduğu kadar, okudukları kitapların türü ve niteliğidir, ki bir tür reçete arayışı da tam bu noktada gündeme gelir.
Gerçekten de, bu kesimdeki anne ve babanın çoğunun iş hayatında olduğu göz önüne alınırsa, onlara tıpkı çabuk yemek yapmayı sağlayan dondurulmuş ve ayıklanmış sebzeler, doğranmış ve dondurulmuş kavurmalık soğan, yıkanmış poşetlenmiş marul, dondurulmuş pizzalar, vb gibi ‘okunmaya hazır seçilmiş çocuk kitapları’ sunulabilseydi ne iyi olurdu.
Aydın anne baba tabii ki bu fanteziye gülüp geçecektir, kitabın marul olmadığını ve kitaplar için herkese uyan reçetelerin olamayacağını bildiği için. Kitapçıya gidip çocuğunun yaşına ve zevkine uygun kitabı orada seçmenin en doğru davranış biçimi olduğunu zaten bilmekte olduğu için de. Ama sorun şudur ki, günün bütün iş yorgunluğunu hissettiğinden ve bir an önce eve ulaşıp koltuğa ya da yatağa kendini atmak istediğinden, kitapçıdaki bin bir çeşit kitap arasından çocuğuna uygun olanı seçmek ona kolay ve zevkli gelmeyecektir. Bin bir çeşit, evet. Çünkü artık 15- 20 yıl öncesinden farklı olarak çocuklar için çok sayıda yayınevi çok sayıda kitap çıkarıyor. Eskiden çocuklar için yayımlanan kitapların kalitesi üzerine bu kadar çok konuşup yazmazdık, çünkü zaten azdılar. Ama şimdi benzer türde kitaplar arasından kendi bakış açılarına göre iyisini kötüsünü ayırmaya çalışan çocuk kitabı eleştirmenleri var (belki ‘eleştirmen’ yerine ‘tanıtman’ demek daha doğru olurdu, çünkü bu yazıların çoğu eleştiri yazıları değil, ‘şu kadar sayfa, içinde üç resim var…’ türünden tanıtım yazıları.)
Yorgun anne ve babanın kitapçıya girdiğinde soracağı kurtarıcı soru şu olabilir: “Yeni çıkan çocuk kitapları hangileri?”
İşe yarayabilir, ama ancak yenilerin saptanması bakımından. Bu yenilerin hangisi çocuğuma uygundur? Diyelim ki, bu soruyu içimizden değil de dışımızdan, yani bize yeni kitapları gösteren tezgâhtarın duyacağı biçimde dile getirdik. Bir yardım umarak. Hani giysi alırken olduğu gibi, “Şu tam kızınıza göre olur hanımefendi!” türünden bir yardım.
Bu mümkün mü? Kısmen. Bazı kitabevlerinde çocuk kitapları ayrı ve çocuk boyutlarına uygun özel raflarda sergileniyor. Bu rafların başında da bazen kitapları az çok tanıyan bir tezgâhtar bulunuyor ve güler yüzle size beklediğiniz kılavuzluk hizmetini veriyor. Bu tür bir tezgâhtara örneğin, “Çocuğum beş yaşında ve uçaklara bayılıyor,” dediğinizde, size içinde uçakların bolca bulunduğu bol resimli bir çocuk kitabını hemen raftan bulup uzatabiliyor. Böyle bir yardım da eve giden yolu büyük ölçüde kısaltıyor.
Denilebilir ki, çocuğumun entellektüel gelişimini yeterliliği kuşku götürür bir tezgâhtarın tercihleriyle mi biçimlendireceğim? Doğrudur, tezgâhtar büyük oranda size pedagojik veya edebi olarak ‘doğru’ olanı değil, o sıralarda çok satılanı önermeye eğilimli olacaktır. “Bunu çok satıyoruz!” Bu sözün satışta sihirli bir söz olduğu bilinir. Çok satan bir çocuk kitabı güvenlidir. Hata yapma riskine karşı sizi korur: “Herkes aldı, ben de aldım.”
Tezgâhtarın önerisini sağlıklı bulmadığımızı ve çocuk kitapları konusunda bilgili olduğunu düşündüğümüz uzman, pedagog, eleştirmen, vb kişilerin görüşlerini yeğlediğimizi düşünelim. Böyle bir tercih doğrudur da. Çocukların gelişimini, beklentilerini, algılama düzeylerini bilen, çocuklara yönelik kitapları okuduğu için hangilerinin nitelikli, hangilerinin ticari olduğunu bilen birilerinin görüşlerine değer vermemiz bizi her zaman çoğunluğun içinde tutmasa da, büyük yanlışlardan korur. Korur da, ben akşamın köründe kitapçı rafındaki bir kitabın benim çocuğum için iyi mi kötü mü olduğunu nasıl ve kime soracağım? Bunu kendi beynimle ölçebilecek bilgileri nasıl ve nereden alacağım?
Çocuk kitaplarını bilimsel veriler ışığında değerlendiren, bu konularda çalışma yapan bilimcilerin görüşlerine yazılarına yer veren dergilerin, kitapların yokluğu, azlığı veya yetersizliği konusu ortaya çıkıyor burada. Bir an için, kitapçının bir tür online bağlantı ile, hani bilgi yarışmasındaki arkadaşına danışmak, ya da uzmanına danışmak türünden bir hizmet sunduğunu varsayalım. “Sayın uzman, prof, dr. Filanca, oğluma şu kitabı aldım, ne dersiniz?” Hattın öteki ucunda uzman düşünüyor. Düşünme sesleri ve uzun “Iıııııı…. Iıııı”lamalar. Bu fantezi nereye kadar mümkün olabilir? Bu konuda çalışmalar yapan ve piyasayı da izleyen bir uzman gerçekten elinizdeki kitabı tanıyabilir, konusunun, dilinin hangi yaş grubu çocuklarına uygun olduğunu söyleyebilir. Hatta o türden başka başka kitapların adlarını da verebilir, ya da o yazarın başka kitaplarının listesini de sunabilir. Elinizdeki kitabın çok güzel olduğunu, hatta son yıllarda yazılmış en güzel kitap olduğunu, hatta nobel ödülünü alabilecek kadar önemli olduğunu, hatta abartarak, dünyada şimdiye kadar bundan güzel bir çocuk kitabı yazılmadığını da iddia edebilir
Ama… Ama hiçbir tezgâhtar ve hiçbir uzman o kitabın SİZİN çocuğunuza en UYGUN kitap olduğunu söyleyemez. Okumaktan ya da kendisine okunmasından en çok hoşlandığı kitabı çocuk bilir, kendi çocuğu için en uygun kitabın hangisi olduğunu da çocuğuyla ilgili anne ve baba bilir.
Küçücük, birkaç aylık bir bebek bile, oyuncaklarının arasında yer alan resimli bir kitabı ya da kitap sayfasını herhangi bir nedenle seçebilir, ya da kendisine kitap okunan iki yaşında bir çocuk kitaplarının arasından belli bir kitabı “bana bunu oku!” dercesine alıp getirebilir. Neden? Çünkü o kitaptan bir nedenle hoşlanmıştır. Peki, bu kitap çocuk için en uygun kitap mıdır? Öyle olmak zorunda değildir. Belki de çocuk o andaki algılama düzeyiyle son derece berbat resimleri ve metni olan bir kitaptan (hatta belki de bir kitaptan bile değil, örneğin bir ilaç prospektüsünden ya da bir otomobil reklam broşüründen) hoşlanabilir. Yani, çocuğun hoşlandığı, ama ille de ona uygun olmak zorunda olmayan bir tür kitaptır bu.
Çocuğa uygunluk kavramı, çocuğun kendisinden çıksa da, yani onun özelliklerine uygun olanı anlatmak için kullanılsa da, yetişkinin çocuk için uygun bulduğunu anlatır. Çocuk Cola’dan hoşlanır, ama içmesini uygun bulmayız. Yalnızca hamburger yemekten hoşlanır, ama biz kereviz de yemesini uygun buluruz. Tıpkı bunun gibi çocuğun okuma tercihlerinde de bizim uygun bulduklarımız her zaman çocuğun hoşlandıkları arasında yer almaz. Biz vurdulu kırdılı kitapları, gerilimli korkulu kitapları okumalarını uygun bulmayız, ama onlar bu tür kitaplara bayılırlar. Genel bir kategori olarak çocuklara kitap seçerken belli ilkelerden söz edebiliyoruz ve ‘reçete’ görünümlü bazı önerilerde bulunabiliyoruz, tezgâhtar olarak da, uzman olarak da, ama hiçbirimiz şu ya da bu kitabın sizin çocuğunuz için en uygun kitap olduğunu söyleyemiyoruz. Bunu söyleyebilmeye ve söylediğinde de isabet kaydetmeye en yakın kişiler o çocukla ilgilenen (onunla konuşan, oynayan, birlikte gülen, takla atan, gezen, hayatı paylaşan) anne ve babalardır. Çocuğun oyuncaklarıyla ilişkisini (hangi oyuncağını niye yeğlediğini), arkadaşlarıyla oynarkenki davranışlarını, nelere güldüğü, hangi soruları daha çok sorduğu, nelerden rahatsız olduğu, kimleri sevip kimlerden ve nelerden çekindiği… gibi çoğaltılabilecek gözlem kırıntıları ‘çocuğunu tanıma’ denen bir beceriyi olgunlaştırır. İşte bu tanıma becerisi, çocuğuna uygun kitabı seçecek anne baba için en sağlıklı kılavuzdur.
Çocuğun kitapla olan ilişkisini şu ana kadar çocuğun okumaya yönelik talebini dikkate almaksızın değerlendirdik. Oysa bir de kitabı sevdirme konusu var. Birçok anne babanın öncelikli sorunu çocuklarının kitabı sevmemesi ve başka her şeyi (televizyonu, sokakta oynamayı, bilgisayar oyunlarını…) kitaba tercih etmesi. Bu tabii ki, birçok ülkenin sorunu. Hazır bir çözümü de yok. Ama bu sorunu ele alan ülkeler, bir yandan televizyonun kalitesini yükseltmeye çalışırken, çocuk edebiyatını da televizyonla rekabet edebilecek bir düzeye çıkartmaya çalışıyorlar. Televizyonla günlük hayatta rekabet ederken yapılan en temel hata, bu çok eğlenceli aracı yasaklarken, karşısına, “Git dersini çalış! Git biraz kitap oku!” türünden ‘ceza’ kılıklı seçenekler sunmamız.
Çocuklara kitap okuma zevkinin aşılanmasının ilk ve en birinci koşulu onlara okumaktan zevk alacakları kitapları yazmaktır. Bu konudaki durumumuz ayrı bir tartışma/yazı konusudur.
Çocuklara kitap seçerken kullanılan genel ölçütlerin hiç mi yararı yoktur? Tabii ki vardır. Bu ölçütler bize genel olarak hangi yaş grubu çocuklarının nelerden hoşlandığına ilişkin bilgileri sağladıklarından arama ve aradığımızı bulma eylemlerimizi verimli hale getirirler. Bu genel bilgiler sayesinde okulöncesi çocuklarının daha çok resimli kitaplardan hoşlandığını, masallardaki fantezileri, hayvan kahramanları sevdiğini, yaşları ilerledikçe maceraya, daha sonra da duygusal konulara ilgi duyduklarını öğreniriz. Ancak, bu tür bilgiler hiçbir zaman söz konusu tek bir çocuğu sınırlamanın teorisini oluşturmamalıdır.
Örneğin şu yaş grubu konusu…
Kitapları değerlendirirken pedagojik ölçütlerden birisi haline gelen ve bazen bilinçsizce kullandığımız bir ölçüt. Kitabın hangi yaş grubu çocuğuna uygun olduğunu kitabın üzerine yazarak belirtme yöntemi. Ama bir kitabın üstünde 4-12 yaş grubu diye bir ibare görürseniz ne anlarsınız? Dört yaşında bir çocuğun algılama kapasitesi ve kitaptan bekledikleriyle 12 yaşındakinin aynı kitapta buluşması biraz güç. Yaş grubunu belirtirken bu gruplamanın doğru olması ilk ve en önemli ilkedir. İkincisi de bu gruplamanın sınırlayıcı olmamasıdır. Yani çocuğun ya da anne babanın sırf yaş grubu tutmuyor diye o kitabı (aslında hoşlandığı halde) almaktan kaçınmasına yol açmaması. İşte bu nedenle, yaş grubunu kitabın tepesine manda gözü gibi yazmak yerine, daha genel kategoriler halinde belirtmek daha az sınırlayıcı olur.
Aydın anne babaların çocuklarına kitap seçerken yaşadıkları en önemli sıkıntılardan biri de kitapların konuları ve mesajlarıdır. Bu anne babaların çoğu bir kitaptaki yanlış bir mesajın çocuk tarafından okunması halinde hemen benimseneceğini ve bu yanlışın izlerini ömür boyu silemeyeceklerini düşünürler. Hani, “Bir kitap okudum hayatım değişti…” türünden. Bu hassasiyet gerçekten de bir kitabın hayat değiştirebileceği yanılgısından kaynaklanır. Oysa bir kitap hayatımızı değiştirmez, zaten değişmekte olanın adını koymamızı sağlar. Sokaktan küfür öğrenip bunu evde tekrarlayan bir çocuğa gösterilen müthiş tepki de bu türdendir. Sanılır ki, her şey bitti. O kadar uğraştık didindik, terbiye verdik… Ne olacak şimdi? Bugün küfür etti, yarın içki, kumar, hapis…
Çocukken bizim okuduğumuz Teksas Tommiks’lere yetişkinlerimiz bu tür korkularla karşı çıkarlardı. Şimdi çocuklarının korku ve gerilim türü kitapları okumalarını istemiyor yetişkinler. “Korkarlar, psikolojileri bozulur!”
Çocukların, eğer varsa, okuma isteklerini biraz daha korkusuzca beslemek gerekir. Çizgiroman mı istiyor, okusun. Korku mu istiyor? Okusun. Sizin hiç beğenmediğiniz bir yazarın kitaplarından mı hoşlanıyor? Bırakın okusun. Ancak okumaya devam ederse edebi zevki gelişir ve güzeli çirkini ayırabilir.
Son olarak… Lütfen siz yetişkinler de ara sıra çocuk kitapları okuyun. Bunun sizin için çok zevkli olmayabileceğini, zaten az olan zamanınızda kendi zevkiniz için okumak istediğinizi anlıyoruz ama hem çocuğunuzu tanımak için (Size o kitabı neden aldırmış? O kitapta ne var?) hem de biz çocuk kitabı yazarlarının kendilerini değerlendirmelerine yardımcı olmak için… Ne yazıyoruz? Nasıl yazıyoruz? Çocuğunuza neler anlatıyoruz? Yoksa, nasıl olsa yetişkinler okumuyor, deyip özgürce saçmalıyor muyuz? Ayrıca iyi bir şeyler yazıyorsak, bunun sizin tarafınızdan dile getirilmesine hiç mi ihtiyacımız yok?
Böyle bir okumaya zaman ayırmak şu yararı da sağlar: O yazarı tanımış olursunuz. Böylece o yazarın öteki kitaplarını edinmek ya da edinmemek konusundaki kararınız daha sağlıklı olur.
Görüldüğü gibi reçete yok. Çocuğunuz var, siz varsınız ve kitaplar var. İyi ki…