“Çevre” uzun süre çevremizde dolanıp durdu. Sonunda işte geç
de olsa çıktı geldi uzak çevremizden yakın çevremize. Önce
ekmekler mi bozuldu, bilmiyorum, ama domateslerin bozulduğuna
şüphe yok. Kırmızıyı anlatmam gerekse domatesi örnek veremem
artık, domates kırmızı değil çünkü, pembemsi…
Avrupa’nın sanayileşmiş ülkelerinde, örneğin en yoğun
olarak Almanya’da ağaçlar ayakta ölmeye başladığında uzmanlar
şaşırmadılar. “Belliydi” dediler. “Asit yağmuru bu. Olacaktı,
oldu!”
Sonra insanlar ölmeye başladı. İlkin birkaç yıl önce Barselona’da
hava kirliliğinden devrildi insanlar. Belki de insanlar hep
ölüyorlardı hava kirliliğinden ama ilk kez bu nedenin bilincine
varılmıştı. Ölüm nedeninin adı konmuştu.
Şimdi yeşil Bursa’mızda tek çift plaka uygulaması… Ankara’mız
zaten griydi; ya Boğaziçi? Boğaziçi’nde havasızlıktan
boğulmak ne acı!
Çevre konusu yeni bizim için.
Kıyamet alametlerinde bile geçmiyor. Şu sis ve isin karıştığı
günlerden birindeydi. Soluk aldıkça boğazı yanıyordu insanın.
Galata Köprüsü’nde yürürken dehşet verici bir düşünce takıldı
aklıma. Olur a, bunu kim bilebilir. “Yoksa…” diye düşündüm.
“Biz çoktan öldük de şu anda cehennemde miyiz?”
Hep bir umut! Otomobilin bulunmasından önce İngiltere’de
sokakların at pisliğinden kapanacağı, her geçen gün artan bu pislik
yığınının önünün alınamayacağı, İngiltere’ye felaket getireceğinden
korkuluyormuş en çok. Otomobil hiç akla gelmeyecek bir
seçenek olarak ortaya çıkıp bu sorunu çözmüş.
Çözmüş mü? Havayı kirleten egzos gazı ve toprağı örterek
nefes almasını önleyen asfalt nedeniyle artık bu da sorgulanıyor
epeydir.
Çevre artık bütün ağırlığıyla gündemimize yerleşti. Aliağa’da
çevre bilinci gelişmiş, genç yaşlı nice insan santral yapımını
pikniklerle protesto ediyor.
Konyaaltı’nda çocuklar uçurtma uçurarak plajın otel yapımı
için kapatılmasına karşı tutumlarını dile getiriyorlar. Çevre
Bakanlığı kurulması için ısrarlı öneriler gündeme geliyor….
Çevre konusu çocuk edebiyatına ne oranda ve nasıl yansıyor?
Çocuklar için yazan bir yazar öyküsünü ister istemez bir
mekâna oturtuyor. Bu mekân öykünün kurgulanmış “çevre”sini
oluşturuyor. Çocuk, gelişiminin doğal bir süreci olarak hayvanlara
çok ilgi duyuyor. Havlayan bir köpek, cam kenarına hoplayan
bir kedi, su içerken kafasını kaldıran bir tavuk çok ilgisini çekiyor
çocuğun. Yaşadığı ortama göre, yani yetiştiği “çevre”ye göre çocuğun
ilgi alanına giren şeyler de değişiyor. Örneğin, kentte yaşayan
bir çocuk tavuğu ancak sofrada tabağında görürken, köyde
yaşayan çocuk kümese girip yumurtalarını topluyor. Öte yandan
köydeki çocuk sağlıksız yaşam koşullarını, yolsuzluğu, doktorsuzluğu
yaşarken, kentteki çocuk için bunlar çözülmüş sorunlar.
O halde hangi çevreye oturtacağız öykümüzü? Çizdiğimiz
tipler kanlı canlı ve güleç mi olacak, yoksa kara kuru çelimsiz ve
hüzünlü mü? Ayşegül dizileri gerçekdışı denebilecek kadar mükemmel
köy ortamlarını gösterdiği için az yerden yere vurulmadıydı.
Köyler çamurlu ve pis olurdu, oysa Ayşegül kitaplarındaki
köyler tertemizdi. Köylülerin yanakları pembecik, inekler besili,
evlerin duvarları az önce boyanmış tiyatro sahnesi gibi pırıl pırıldı.
Yerlerde de bir tane çöp bulamazdınız. İdeal bir çevreydi yani.
Bu ideal çevreye oturtulmuş öykümüz daha baştan gerçekdışı ve
ütopik olacak, dolayısıyla inandırıcılığını yitirecek miydi?
Serpil Ural, çevre konusudaki kitapların daha 19. yüzyılda
yayımlandığını belirterek* Avustralya’lı yazar Ethel Pedley
ve çizer Frank Mahoney’in hazırladığı Nokta Kız ile Kanguru
kitabını örnek veriyor. Bir kangurunun cebinde yaşamaya karar
veren Nokta Kız, kanguruların avcılar tarafından yok edilme tehlikesiyle
yaşadıklarını öğrenir. Daha on dokuzuncu yüzyılda bir
takım şeylerin tükenebileceği endişesini taşıyan iki sanatçının bu
endişelerini kitaplaştırma gereği duymaları önemli bir çevre bilincinin
göstergesi.
Çocukların çevreyle en duyarlı ilişkisi hayvanlar aracılığı
ile oluyor. Dergimizin editörü Sevgi Özkan “Ama…” dedi haklı
olarak. “Özellikle Walt Disney çıkışlı Amerikan filmlerinde hayvan
sevgisi yerini köpek sevgisine bırakmış gözüküyor…”
Amerikan tarzı yaşam biçiminin neredeyse olmazsa olmaz
koşulu köpek. Alman çizer Tomi Ungerer’in Crictor adlı çocuk
kitabında yaşlı bir hanım evinde yılan besler. Bu hünerli, sevimli
yılancık belki de bu ‘köpek şovenizmi’ne bir naziredir, kim bilir.
Oysa çevre bir bütündür. Ortaokulda Tabiat Bilgisi dersinde
öğretmenin istediği kurbağayı bulmak için oturduğum semtteki
bütün arkadaşlarım seferber olmuşlardı. “Bulana on vereceğim!”
demişti öğretmen. Sınıfta inceleyecektik. Aramamız günler sürdü.
Yaşadığımız yer öyle betonlanmış filan olmadığından günlerce
aradığımız halde bir tane bile kurbağa bulamamış olmamıza
şaşırıyorduk. Bir gün öğretmen “Yıldız Parkı’nda var, oraya gidin”
dediğinde annem, “O adam Yıldız parklarında mı dolaşıyormuş?
Kendisi yakalasaymış ya bir kurbağa, madem görmüş…”
diye söylenmişti,
Sonunda kurbağayı bir kireç kuyusunda bulmuştuk. Şimdi
o yaşadığım semtte kurbağa bulabilmek artık iyice güç olmalı.
Her yer asfaltlandı çünkü. Kurbağa yaşamasına, çoğalmasına izin
verecek bir çevrenin içinde var olabilir ancak.
Ama çocuk kitaplarında pekala kurbağalarla ilgili bir öykü
anlatabiliriz çocuklara. Kentte yaşayan çocuk diyelim ki kurbağayı
hiç görmedi (Televizyondaki belgeseller bu sorunu hafifletiyor
tabii). Kitaptaki öykünün kahramanı olan kurbağaya duyduğu
yakınlık, çocuğun ilerde “Kurbağalar tükeniyor!” dendiğinde bu
“çevre” sorununa karşı takınacağı tutumu da belirleyecektir hiç
kuşkusuz.
Caretta Caretta’larla ilgili neden bir öykümüz yok örneğin.
Doğal Hayatı Koruma Derneği’nin hazırladığı bir boyama kitabı
var yalnızca. Oysa yayımlanan çocuk kitaplarına baktığımızda
hâlâ, “Yalan söylemeyin, hırsızlık yapmayın…” türü ahlak derslerinin
ağır bastığını görüyoruz.
Çocuk yazarları, hangi çevredesiniz!
________
* Ural, Serpil: Çocuk Kitaplarında Çevre Sorunları, Türkiye Çevre Sorunları Vakfı Yayını,
1981, Ankara.