ÇGYD Üyelerine

2 Mayıs 2014 tarihinde ÇGYD (Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği) üyelerine gönderdiğim IBBY’18 konulu mektup:

Çok sevgili arkadaşlar,
Önceki gün Gülçin Hanım’ın çağrısı üzerine yaptığımız IBBY2018 bilgilendirme toplantısı sonrasında aklımdan geçen bazı şeyleri paylaşmak istediğim için değerli zamanınızı alacağım. Yıllardır başınızı ağrıtmadığım için (sadece bir kez bir dernek yemeğinde şarkı söylemeye kalkarak bunu yapmıştım 🙂 hoş göreceğinizi umuyorum. Göstereceğiniz sabra şimdiden teşekkür ederim.

Öncelikle, derneğimizin eski bir üyesi olarak geçmişle bugünü bir arada ele aldığımda, aslında çok önemli olan bu toplantıya az katılım (13 kişi) olması bile yaşadığım kıvancı çok fazla gölgelemedi. Kıvancım şu ki, gerçekten zorluklarla kurduğumuz (eskiler bilir) derneğimiz IBBY üyelik aidatını bile bulmakta güçlük çekerken şimdi bir IBBY kongresine ev sahipliği yapacak! Bu aşamaya gelinmesinde emeği olan herkese şükran duygularımı bir kez daha sunmakla söze başlayayım.  Bu çok güzel bir adım ve önemli bir aşama. Bir gurur vesilesi.

Ancak, aynı zamanda da çetin bir sınav. Çetin bir sınav ve aslında çok da zamanımız yok; 2018 çok yakın! Soru şu: Biz bu sınava hazır mıyız? Hazır değilsek hazır olmak için ne yapmalıyız? Eksiklerimiz neler ve o eksiklerimizi nasıl kapatabiliriz? İşte bu sorular çerçevesinde bazı düşüncelerim var:

Öncelikle, böyle büyük bir etkinlik için kendi aramızda asgari bir işbirliğinin ve bir arada çalışma isteğinin hepimizde bulunması lazım. Sevgili hocam Meral Alpay’ın, bu derneği ilk kurma çabaları sırasında söylediği bir sözün bana kılavuz olmasına çalıştım hep:

“Kişisel üretimlerinizde rekabet edin ama ortak amaçlarda işbirliği yapmayı becerin!”

Geçmişimizde bu öğüde pek uygun davrandığımızı kimse söyleyemez. Aramızda çeşitli alanlarda becerileri yüksek arkadaşlarımız var. Kimimiz iyi konuşuyoruz, kimimiz sistemli çalışmayı daha iyi biliyoruz, kimimizin insanlarla ilişkileri çok zengin, kimimizin enerjisi herkesi sürükleyebilecek kadar yüksek, kimimiz tuttuğunu koparıyor, kimimizin çok vakti var, vb… İşte bu nedenle önerim tam da bu doğrultuda birbirimize olan (varsa) olumsuz duygusal birikimlerimizi bir kenara bırakmamız ve bu çok önemli etkinlik öncesinde samimi bir işbirliği yapmamız.

(İsteyen 2018’den sonra kaldığı yerden kavgalarına devam edebilir, ancak benim öngörüm şu ki, 2018 başarıyla geride bırakıldığında hepimiz biraz daha “büyüyeceğiz,” geçmişe ilişkin “yük”lerimizden arınmış olacağız ve ortam yılların biriktirdiği yoğun küf kokusundan arınacak, derneğe çok yararlı olabilecek nice insan uzak durmayacak, uzak tutulmayacak.)

Ne mutlu ki, derneğimizin ilk kurulduğu yıllarda olmayan çok şey artık var elimizde. Bakın birkaçını hatırlatayım. Eskiden, kitap eklerinde çocuk kitaplarına ilişkin sayfalar yok denecek kadar azdı. Çocuk kitaplarına ilişkin dergi ise (benim BinbirKitap sayılmaz, sadece 3 sayı çıkabildi!) yoktu. Çocuk kitapları alanında eleştirmen yok gibiydi. Kitabevlerinde çocuk kitaplarına ayrı reyon açan kitabevleri azdı. Çocuk kitapları üzerine uzmanlaşmış akademisyen, araştırmacı yoktu. Çocuk edebiyatı dersleri birkaç üniversitede vardı. Çocuk edebiyatı editörleri yoktu. Yazar bile azdı… Gerisini siz düşünün. Bugün çocuk edebiyatı alanında çok şey söyleyen, üreten, tartışan, anlaşan veya çatışan (ki bu iyi bir şey) akademisyenler, yazarlar, eleştirmenler, çizerler, editörler var. Yetersiz bulabilirsiniz ama bütün bu alanlar üretim çoğaldıkça kaçınılmaz olarak genişleyecek ve gelişecek. Tartışmalar, çatışmalar (kişisel olmayanları) hep bu gelişmenin km taşlarıdır. Olması gerekendir. Ne mutlu bize ki bu insanların çoğu derneğimizin üyesi. İşte bu insanların IBBY2018 (ve tabii sonrası) için seferber edilebileceği bir coşku ortamını yaratmanın zamanı geldi. Hepimiz “hepimiz” olmayı başarabilirsek hepimize daha az iş parçaları düşer ve hiçbirimiz hırpalanmadan bu işin üstesinden geliriz. Ama her şeyden önce gereken şey, işte bu herkese kollarımızı duraksamasız açabilmekten geçiyor. Birbirini sevmeyenler olabilir. Birbiriyle bir araya gelmekten kaçınanlar olabilir. Benim gıcık olduklarım var. Beni sevmeyenlerden Yenikapı’da orta halli bir miting yapılır. Ama yıllardır her birinizi en çok tanıyan kişilerden biri olarak, her birinizin birbirini tamamlamaya aday ne kadar çok değere sahip olduğunun, her birinizin sadece derneğimize değil, birbirinize bile katabileceği ne çok şey olduğunun da tanığıyım. Farklı düşüncelere, karşıt bakış açılarına sahip olmayı uzak ve ayrı kalmaya değil, bir araya gelmeye yönelik bir enerji olarak değerlendirmeyi neden başarmayalım? Önerim, çok çok geniş katılımlı bir “bir araya geliş” toplantısı çağrısı yapmak. (Herkesin birbirine ayrı masalardan hain hain baktığı samimi olmayan dernek yemeklerinden olmasın n’olur 🙂 Başka bir formül bulalım. Aha bir yazar fantezisi: Koca bir masa olsun, herkes aynı masaya otursun, birbirine en gıcık olanları en yan yana oturtalım! Valla bak!

Bakın aslında dernek kavramı… Anadolu köylüsünün “imece” yöntemini bilmeyen yoktur. Diyelim, her bahar sular coştuğunda taşan derenin köye zarar vermesini önlemek için tüm köylüler elinde ne varsa, kimi kazmasıyla küreğiyle, kimi kol gücüyle, kimi çalışanlara yetiştirdiği çayıyla ketesiyle, kimi aklıyla bilgisiyle katılarak bir bent yaparlar. (Hiç şüphem yok, bu köylülerin arasında birbirine küs olanlar, birbirine hayatta kız alıp vermeyecekler kesinlikle vardır.) Bu bendi yaparken herkes bir şeyler verir ve kimse tek tek bir şey almaz, alma beklentisi içinde olmaz. Tüm köy alır. Tüm köy aldığı için de dolaylı olarak herkes tek tek de yararlanmış olur. İşte dernek veya genel olarak sivil toplum kuruluşu kavramının arkasındaki de aslında bu imece usulünden başka bir şey değildir. Derneğimizle ve başka derneklerle geçirdiğim uzun yıllarda şunu gördüm:

Dernek üyeleri iki tür oluyor:
1. Kendilerine bir şey almaya çalışanlar,
2. Kendileri dışına bir şeyler vermeye çalışanlar.

İşte tüm bu tür sivil toplum kuruluşlarında gördüğüm en yaygın eğilim, üyelerin dernekten bir şeyler almaya çalışmaları veya en başından derneğe bir şeyler alma amacıyla geliyor olmaları… Bu doğru bir yaklaşım değil arkadaşlar. Şu yüzden doğru değil; bu amaçla gelen üye, o amacı elde edemediğinde gider, ki büyük olasılıkla üyelerinin çoğunun bu amacı güttüğü derneklerde kimse bu amacına da ulaşamaz zaten. Daha net açıklayayım: Ödül almak için, daha çok kitap satmak için, para kazanmak için, kendi kitaplarını ödül listelerine sokmak için… vb amaçlarla derneğe gelinmez. Tabii ki böyle amaçlarımızın olması normaldir ama bu amaçlar bireysel amaçlardır ve Meral hocamızın dediği “kişisel üretimler” alanına girer. Oysa bizler bir araya gelir de örneğin bu kongreyi elbirliğiyle yaparsak o zaman ülkemizin çocuk edebiyatı alanının dünyadaki yerini yüceltiriz ve işte o zaman bütün o tekil amaçlar da tek tek herkese daha da yakınlaşmış olur. Anadolu köylüsünden öğreneceğimiz çok şey var.

Arkadaşlar, IBBY2018 toplantısına sadece 13 kişinin katılmış olmasının mesai saatleri içinde yapılmış olmak dışında da gerekçeleri olduğu görülüyor. Ayrıntıyı boş verelim ama dışardan da görülen (belki içerden görülmüyordur) bir “tablo” var ki bu tabloyu değiştirmezsek IBBY2018 ya fiyasko olur ya da birkaç kişi heba olarak durumu kurtarmaya çalışır.

(Öncelikle, bir parantez açayım: IBBY2018 bizim için bir hedef olmamalı, bir basamak olmalı. Başka bir deyişle, konuklarımız çekip gittikten sonra elimizde ne olacağı çok çok daha önemli. Yani, çocuk edebiyatı alanımız bugün olduğundan daha yukarda bir yere çıkabildi mi, vb… Bunu konuşuruz.)

Gelelim “tablo”ya… Son on yıldır ülkemizde çocuk kitabı üretimi hem nicelik olarak hem de nitelik olarak büyük bir gelişme, adeta bir patlama yaşadı ve bu halen sürüyor. Bu durumu sevinçle karşılamayanımız yoktur. Tabii, ülkemizde son on yıldır başka şeyler de değişti. Siyaset değişti. Toplum değişti. Bakış açıları değişti. Değerler değişti. Konuşulamayanlar konuşulur hale geldi, vb… Bu değişimlerin hepsinin olumlu olduğunu söylemiyorum ama değişti. Peki, derneğimiz değişti mi? 1500 civarında (belki daha çok) yayınevinin büyük bir hevesle çocuk kitabı üretimine hızla girmiş olması derneğimize nasıl yansıdı? Daha çok üye girişiyle mi? Daha farklı bakış açılarının gündeme gelmesiyle mi? Önceki günkü toplantıya bakılırsa pek iyimser şeyler söyleyemeyeceğiz galiba. Daha çok üye gelmesi isteniyor mu? Bu amaçla nasıl bir adım atıldı? Benim tanıdığım birçok çocuk kitabı yayımcısı üye değil, bazılarının haberi bile yok. Örneğin, üye kabulünde sınırlayıcı bir yaklaşımımız var mı? Olmalı mı? Yayın dünyası farklı farklı bakış açıları ve görüşleri barındırıyor. Bunların derneğimizde karşılığı var mı? İnanın bunlar eleştiri değil; görülen tablo bu. Eğer, “evet biz zaten tam da bu tabloyu sunmak istiyoruz” dersek, “anakronik kalıyoruz” demek dışında diyeceğim tek bir şey kalır: Bu şekilde bir yaklaşım sadece IBBY ruhuna uygun olmamakla kalmaz, tüm insanlığı ayrımsız ve fikir/düşünce/inanç özgürlüğü çerçevesinde kucaklaması gereken biz çocuk edebiyatçılarına yakışmaz.

Evet, tabloyu özetleyeyim (bunları ben söylemiyorum): “Küçük bir loca içinde, birbirlerine ödül vermeye, şeref listelerine sokmaya çalışan kişiler.” Aynı isimlerin ısrarla “şeref listesi” olmadı “Andersen,” o da olmadı “ALMA” adayı gösterilmelerine bakıp bakıp böyle düşünülmesi normaldir diyeceğim ama diyelim ki doğru değil, tevatür ama işte böyle bir algı var. Ve bu algı insanları dernekten uzak tutuyor. Dernek ödülleri de şaibeli algılanıyor; birçok yayınevi kitap göndermiyor, katılmıyor. Tekrar ediyorum: Bütün bu söylenenlerin hepsi yanlış olabilir ama böyle bir algı varsa ve bu algı derneğe yönelik katılımları zayıflatıyorsa bunu çözmek yönetime düşer. (Örneğin şu ana kadarki tüm ödüllere katılan, kazanan ve kazanamayan kitapların, yazarların, yayımcıların ve jüri üyelerinin listesi yayımlanırsa bunların çekememezlikten kaynaklandığı kolaylıkla ortaya çıkar ve kimseye söyleyecek söz kalmaz.) Dernek ödülleri gerçekten çok ama çok saygın olmalı. En küçük bir gölge düşmemeli. O zaman katılım inanın çok artar.

IBBY kongresi uluslararası bir kongre. Bütün uluslararası kongrelerin entellektüel düzeyi aynı olmuyor. Örneğin, 1988’de Münih’te bir çocuk edebiyatı kongresinde (Gülçin Hanım’la birlikte katılmıştık) düzey (lezzetli derecede) çok yüksekti. (Brian Alderson’ın konuşmasını unutamıyorum.) Ama birkaç yıl sonra Arnavutluk’taki bir başka kongre (yine Gülçin Hanım’la birlikte katılmıştık) ve Bakü’de benim katıldığım bir kongre de çok fazla kendi içlerindeki sorunlarla örülüydü ve sade suya tirit geçmişti. Buna karşılık IFLA İstanbul (1995) ki bizden Talat Halman’ın unutulmaz bir konferansına tanıklık etmişti ve yine düzey yüksekti. IBBY kongresinde de düzeyin yüksek olduğunu metinlerden dolayı biliyorum. (Katılmadım hiç; bu yılkine gitmeyi düşünüyorum.) Şimdi biz ev sahibiyiz ve konuşma metinlerinin filtrelenmesinden de sorumlu olacağız. Doğal olarak akademisyenlere ve araştırmacılara çok iş düşecek. Burada değerlendirme yapacak kişilerin iyi seçilmesi çok önemli. Gerçekten konuya hakim insanlar arasından seçilmeli. Konuklarımız tabii ki güler yüzümüzden, ev sahipliğimizden hoşnut kalacaklardır (halen derneğimizin IBBY’ye bakan yüzünde dil bilen, dünyayı bilen, güngörmüş, değerli arkadaşlarımız var) ama konuklarımız ülkelerine dönüp de çalışma masalarına oturduklarında beyinlerine neyin ilave olduğu ya da olmadığı gerçeğiyle baş başa kalacaklardır. “Konuya hakim” derken kastettiğim şey çocuk edebiyatı alanının dünyada bir ırmak olarak nereye doğru akmakta olduğuyla ilgili bir şey. Dünya bu konuda bugün neyi tartışıyor? Neleri konuşuyor? Neleri geride bıraktı? Nelere hazırlanıyor?

Bu anlamda IBBY2018 konusunun seçimini de çok doğru bulmadığımı toplantıda söyledim. Konumuz şu: “Öykü ve Masallar ile Doğu Batıyla Karşılaşıyor.” Bakın, 2014 Mexico City’deki konu: “Kapsayıcı bir deneyim olarak okuma”, 2016 Auckland’daki konu: “Çok Dilli Toplumlarda Edebiyat.” Çok özendim doğrusu. Arkadaşlarımız düşünmüş ve bir karar vermişler tabii saygı duyuyorum ama “doğu-batı” bağlamında bir konu belirlemeyi biraz sınırlayıcı buluyorum, affedin n’olur. Sadece bu konu biraz “orientalism” koktuğu için değil, diyelim ben Kanadalı bir araştırmacıysam bu konuda söyleyecek nasıl bir sözüm olabilir? Hiç olamaz demiyorum ama pek yakınımda durmadığı için oturup önce “doğu” ve “batı” gibi çokça bölgesel kalan bir konuyu araştırıp bir makale hazırlamak pek içimden gelmeyebilir. Böyle bir konu katılımı çok düşürür. Derim ki, eğer gerçekten çok geç değilse hızlı bir kurul oluşturup çalışma yapalım (ya da yapılsın, ben içinde olmak zorunda değilim) ve bu konuyu değiştirelim. Mümkünse çocuk edebiyatının, okumanın, okumayı tehdit eden güncel gelişmelerin (digital yayımcılık vb) eğitimde kitaptan e-kitaba doğru giderken yaşanabileceklerin (Devlet okullara tablet dağıtıyor, bu ne getirecek? Çocuk edebiyatına nasıl yansıyacak? Bunlar tüm dünyanın konuları…) Kırk yılda bir karşımıza çıkmış ve belki de bir daha çıkmayacak bu fırsatı cansız bir konuyla heba etmeyelim derim.

Hepinizi sevgiyle kucaklarım,
Fatih Erdoğan
2 Mayıs 2014