Dördüncü Sınıf Bir Hiçin Hikâyesi. Judy Blume. Çev.: Zarife Öztürk, Çitlembik Yayınları, 2003, 133 sayfa.
Çeviri çocuk kitaplarının hor görülmesi adettendir. Özellikle, ‘bizim edebiyatımız, bizim kültürümüz, ananelerimiz’ tarzı değerlendirmelere yatkın olanlarımız için bu daha da böyledir. Bu yatkınlıktır ki geçmişte zaman zaman çeviri kitaplara bazen dilsel bazen konusal ‘yerel’ rötuşlar atmaya yeltenmenin mantığını da oluşturmuştur.
Yayımcılık, örneğin çocuk dergisi yayımcılığı açısından çevirinin şöyle bir önemi vardır: Çeviri öyküler daha çok yeğlenir. Bir çocuk dergisi çıkardığım on yıl boyunca yaptığım okur anketlerinde hep çeviri öykülerin yerli öykülerden daha çok sevildiğini gözlemiştim. Bunun nedeni, çevirilen öykülerin genellikle kaynaklarındaki ülkede zaten seçilip benimsenmiş, yani belli barajları aşarak kendini kabul ettirmiş öyküler olması, buna karşılık yerli öykünün genellikle daha amatör kalmasıdır.
Bu nedendir? Yani yerli olan niye daha amatör kalmak zorundadır? İşte bu soruya verilecek cevap, bu yazıya sığmasa da, çocuklar için yapmaya çalıştığımız edebiyatın tökezleme noktalarından biridir.
Önce şunu belirtelim ki, başka ülkelerin güzel çocuk kitaplarını alıp getirmek ve kendi çocuklarımıza (ve yazarlarımıza, çizerlerimize) ulaştırmak başlı başına önemsenmesi gereken bir hizmettir ve gereklidir. Önemli olan şudur: Bu kitaplar doğru düzgün bir Türkçe ile, yani televizyon dizilerindeki “Hey nasılsın, kendine iyi bak dostum,” türü kalıplarla değil, TÜRKÇE olarak sunulmalıdır. Bunun için de çevirileri ‘yabancı dil bilen’ birileri değil, aynı zamanda ‘Türkçeyi iyi kullanan’ birileri yapmalıdır. Çünkü biz yetişkinler kötü çevirilmiş bir kitabı söylene söylene okuruz, ama çocuğun beyninde dilin inceliklerinin doğru kök salması için okunan kitapların dillerinin mükemmel olması önemlidir.
Bu tür çeviri kitapların seçilip yayımlanması yayın dünyamızı zenginleştirir, yazarlara çizerlere örnek oluşturur, fikir verir, yeni ürünlere heveslendirir, piyasayı körükler, niteliği yukarıya doğru zorlar. Hele ki bu seçimler kendi ülkemizde (o maliyetle ve kaliteyle) üretemeyeceğimiz türde kitaplarsa, bu tür kitapların üretimini yerelleştirmek için de örnek oluşturur, ki bu başlı başına önemli bir katkıdır.
Profesyonel yazarın inadı
Yerli olanın daha amatör kalması ise bizzat yazarların kendilerinden kaynaklanan bir tarihsel durumdur ve geçicidir. ‘Profesyonel’ yazarların çocuk edebiyatını inanılmaz bir inatçılıkla küçümsemeleri ya da yok saymalarının, dolayısıyla da yerlilerimizin pek fazla çaba harcamadan ‘çocuk yazarı’ olmasının da nihayet sonuna geliyoruz ve bu da hepimiz için aşılması gereken daha yüksek bir çıta anlamına geliyor. Ne güzel.
‘Dördüncü Sınıf Bir Hiçin Hikayesi’nin bana bütün bunları söyletmesinin nedeni, yazarının (1938 doğumlu 23 kitaplı ve 75 milyon satışlı ve 90 ödüllü bir hanım) özellikleri. Aslında bir eğitimci. Bu kitabında ele aldığı bu konu ise benzerlerine çok rastlanan bir aile içi parodisi. Ama eğlenceli ve yalın. Dördüncü sınıfa giden bir çocuğun (Peter) üç yaşındaki kardeşiyle yaşadığı kıskançlık ve paylaşma zorlukları (Gerçekten zor çünkü kardeşi Çikolata onun kaplumbağasını yiyor!)
Konu bildik, ama yazar Peter gibi dördüncü sınıfa giden ve belki de kardeşini kıskanan çocuk okurlarına şunu söylüyor: “Bak ben de aynı şeyi yaşıyorum. Unutma kardeşini kolluyor gibi görünseler de anne baban için sen de önemlisin.”
Yayımcılar için önemli olan şu: Bizim de bir çocuk edebiyatımız olacaksa, bu kitapların yanı sıra, kendi yazarlarımızın da yayımlanmalarını sağlamalıyız. İki nedenle. Bir, aralarında bu kitaptan daha iyi olanları var, iki, onların daha iyi yazabilmeleri için de ellerine basılı kitaplarını almaları gerekiyor.