Bir varmış, bir yokmuş…

Masal Masal İçinde. Ahmet Ümit. Om Yayınevi, 2000, 3. baskı.

Bu kitaptaki masalları annemden dinledim. Annem de yaklaşık altmış yıl önce bir masalcıdan dinlemiş. Dedem küçük kızının gönlünü hoş tutmak için bir masalcı tutmaktan çekinmemiş anlaşılan. Annem daha pek çok masal dinlemiş ama hepsini anımsamıyor. Bana da anlatmış, ben de anımsamıyorum…”

Yazar Ahmet Ümit’in ‘Masal Masal İçinde’ adlı kitabının girişindeki bu sözlerini birçoğumuz söylemiş olabilirdik. Çoğumuza çocukken birileri masal anlattı, az ya da çok. Bizde bunların ya bazılarını anımsıyoruz, ya da hiçbirini anımsamıyoruz, Sözlü ve yazılı edebiyatın en eski türlerinden biri olan masala çocuk edebiyatı bağlamında iki biçinde yaklaşılabilir: Masalın bugünkü çocuklar için ne olduğu ve masalın bugünkü çocuk edebiyatı yazarları için nasıl bir malzeme oluşturduğu. Edebiyat kitaplarımız masal ile hikâye olarak iki ayrı türü kavratmıştı bizlere. İkisini birbirinden ayırmak da öyle kolaydı ki; masalda olağandışı olaylar ve kişiler olurdu, hiâyede ise olmazdı. Sonraları hikâye yerine öykü demeye başladık. Sözlükler öyküyü masalın karşılığı olarak da kullanmaya başladı. Üstelik, ve daha da önemli olarak, hikâyecilik kendi tanımsal kalıplarını zorlayıp da neyin olağan, neyin olağandışı olduğu birbirine karışınca, edebiyat birikimi olmayan çocuk yazarı heveslilerinin ağzında masal, hikâye, halk hiâyesi, efsane vb. kavramları tümüyle birbiri yerine kullanılır oldu. İşte tam bu sıralarda ‘fantastik’ kavramını öğrenmek zorunda kalmadık mı!

Aslında, kurgu olarak zaten özellikle olağandışı kişi ve olaylara yer veren küçük çocuk kitaplarındaki metinler eski tanıma göre tümüyle masal. Öte yandan, gerek çocukların ilgisini çekmek, gerek yabancılaştırmak, gerekse çocuğun özdeşleşmesini sağlamak için, örneğin hayvan karakterlerin seçilmiş olması metni ‘hikâye’ yani ‘öykü’ olmaktan çıkarmıyor ki.

Marquez’in ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ında kentin meydanında insanlar kurşuna dizilir ve vagon vagon kentin dışına taşınır. Ertesi gün ise aynı kentin insanları sanki hiçbir şey olmamış gibi davranırlar. Hiçbir şey görmediklerini, duymadıklarını söylerler. Yaşanan bir rüya değildir. Ama gerçek olduğunu da kimse kanıtlayamaz. Yaşanan olağandışı bir şeydir, ama bu bir masal mıdır, yoksa düpedüz gerçeği anlatan bir hikâye mi? (Ya da belgesel? Marquez gazetecidir!)

Çocuk öykülerindeki kahramanlarımızın tavşan ve tilki olması, (yani gerçek hayatta tavşanın ve tilkinin bizlerle konuşmuyor olması) bu öyküleri ille de masal yapmaz. Masalın (eğer kendimize ‘çağdaş masalcı’ türünden keyfi isimler takmayacaksak) geleneksel bir yapısı vardır, ki bu yapının, çocuklara üstünü kirletmemeyi, fasulye yemeyi, ödevleri zamanında yapmayı öğütleyen, ‘vatana ve millete yararlı evlatlar’ olmanın yollarını reçete halinde sunan metinlerle bir ilgisi yoktur. Masalı kalıcı kılan arkasındaki edebi sağlamlıktır ve bu edebi sağlamlık sosyoloji ve psikolojiyle ve pek tabii ki kaynaklandığı ülkenin kültüründen beslenmiştir. Bu edebi sağlamlıktır ki, yalnızca kendi başına dimdik ayakta durmakla kalmaz, başka edebi metinlere de malzeme hatta payanda bile olabilir. Umberto Eco’nun ‘Gülün Adı’ romanındaki zehirli kitap motifini hatırlayınız; hani parmağını yalayarak sayfayı çeviren rahipler sayfalara sürülmüş olan güçlü zehirle ölürler. İşte bu motif ‘Binbir Gece Masalları’ndan alınmalıdır. Eh, onlar ‘Binbir Gece Masalları’. Onlarla kıyaslamayalım. Ama gerçek masalın tadını veren, hem çocuğu hem de yetişkin okuru aptal yerine koymayan, kendini okutan ve çocuğa başka masalları, başka kitapları okuma şevkini veren kaç masal biliyorsunuz günümüzde yazılmış?

‘Masal Masal İçinde’ adının da vurguladığı gibi başlayıp iç içe açılan halkalar gibi genleşerek derinleşen, derinleştikçe de kendini içine çeken bir kuyu gibi. Çin’den Mısır’a kadar uzanan bir coğrafyadan süzülerek bize ulaşan ‘Binbir Gece Masalları’ndaki yapıya benzer bir yapı. Bir kez okumaya başlayan bir çocuğun bitirmeden elinden bırakması son derece zor. Akıcı ve sürükleyici bir anlatım, hoş bir kapak düzeni ve sayfa tasarımı.