Bir yayımcı olarak çocuk kitapları alanına baktığımda dikkatimi çeken bazı rakamların çok üzücü olduğunu söyleyerek sözüme başlamak istiyorum. Türkiye’nin nüfusu elli milyonun üstünde. Bunun yüzde otuz sekizi yani yaklaşık yirmi milyonu 0-14 yaş grubunda, yani çocuk. Beş yüz civarında yayınevi var Türkiye’de. Bunların yaklaşık elli kadarı çocuk kitabı da yayımlıyor veya yalnızca çocuk kitabı yayımlıyor. Geçen yıl bu yayınevlerinin bu yirmi milyon çocuğumuz için kaç çeşit yeni kitap yayımladığını biliyor musunuz? Çocuklar için kitap yayımlayan yayınevlerinden yeni kitap çıkaran yayınevi sayısı yalnızca 15! Bu on beş yayınevinin çıkardığı yeni kitap sayısı ise 83 çeviri, 34 telif, çevirilerin hemen hemen tümünün klasiklerden oluştuğu düşünülürse, yayıncılık sektörünün 20 milyon çocuğa verebildiği yeni kitap sayısı 40 bile değil.
Türkiye’de artık kâğıt kalitesi, baskı kalitesi, cilt vb. teknik ayrıntılar bir biçimde çözülebiliyor. Ama işte bu sözünü ettiğim durum çok acıklı. Biz yayımcılar eğer yirmi milyon çocuğa bir yılda yalnızca 40 yeni telif eseri yeterli görüyorsak, ya da başka bir açıdan, biz yayımcılar bir yıl içinde yalnızca bu kadar az sayıda yazara kitap yazdırabiliyorsak, edebiyatsız büyüyen çocuklarımız nasıl kitap okuyan yetişkinler olacak?
Şimdi bir de çocuklarımıza televizyon aracılığıyla sunulan çizgi filmlerin sayısına bir bakalım. Şu anda ülkemizin televizyonlarından çocuklara haftada tam 106 adet çizgi film sunulduğunu biliyor muydunuz? Yalnızca hafta sonları gösterilen film sayısı 44! Bu yıl içinde gösterilen film sayısının basit bir hesapla 5.500 civarında olduğunu söylersem?
Bugün herhangi bir çocuk kitabını okul öğrencilerine satabilmek için Talim Terbiye Kurulu’nun o kitabı incelemesi gerekmektedir. Eğitim sisteminin gereği olarak buna kuramsal olarak söylenebilecek fazla bir şey bulamayabiliriz. Ama şöyle düşünün. Yayımcılar olarak bir yılda yayımladığımız kitapların tümü de Talim Terbiye’nin onayından geçse, hatta bu kurul bu kitapları değil tavsiye etmek, okullarda okutulmasını zorunlu kılsa bile bu kitaplar aracılığı ile çocuklara ulaşan edebiyat, çizgi filmlerin ulaştırdıkları yanında yalnızca yüzde 2 civarında, yani devlet çocuklara sunulanın yalnızca bu kadarı üzerinde söz hakkına sahip. Hiç söz hakkı olmasın da diyebilirsiniz, hepsini denetlesin de. Ama var olan gerçek bu. Bunlar niceliksel değerlendirmeler, ama sonuç olarak çocukların ekran karşısında geçirdikleri süre onların beyinlerini biçimlendiriyor.
Peki bu sorun karşısında bu kadar yayımcı ne mi yapıyor? Çeviri yapıyor. Çeviri de değil. Klasiklerin dizilerini yapan bir yayımcı aynen şöyle dedi: “Kendim niye uğraşayım? Aynı kitap birçok yayınevinden çıkmış. Alıyorum daktilomu, gidiyorum yazlığıma. Piyasada ne kadar çeviri varsa önüme açıyorum, hepsine baka baka yazıyorum…”
Sonuç? Bugün piyasada 19 ayrı Robenson baskısı bulunduğunu biliyor muydunuz? Yine aynı şekilde 19 Polyanna, 8 Kimsesiz Çocuk, 7 Tom Amca’nın Kulubesi, 23 Tom Sawyer, 20 Pinokyo, 12 Alaeddin’in Sihirli Lambası, 13 Ali Baba ve Kırk Haramiler, 12 Alice, 10 Aya Yolculuk, 10 Balonla Beş Hafta, 8 Bambi, 10 Bremen Mızıkacıları, 10 Çirkin Ördek, 13 Çizmeli Kedi, 12 Çocuk Kalbi, 16 Define Adası… Örnekler çok. Telif eserlerde de ağırlık yeni olmayan, yani telif ücreti talep etmeyen yazarlarda; 9 Beyaz Lale, 14 Bomba, 10 Diyet, 18 Falaka… Bir de edebiyatsız kitaplar var: Cin Ali, Gül Ali , Şeker Ali, Bal Ali… Yine örnekler uzun.
Ama edebi eser yaratan, yayımcılar tarafından keşfedilen, piyasaya sunulan yazar sayısı çok az. Yani yayımcılar çocuklara yeni şeyler söyleyen yazarları değil, hazır ve herkesin yaptığı dizileri yeğliyorlar çoğunlukla. Ya da televizyonda gösterilmekte olan edebi içerikten yoksun bir çizgi filmin kitabını baskıya yetiştirmeye çalışıyorlar apar topar. Bu da yalnızca yeni yazarların yetişmesi yolunu kapamakla kalmıyor, hem yazarın hem yayımcının geleceğini de ortadan kaldırıyor. Çünkü bugün yazdıklarına yayımcı bulamayan yazar kendini geliştirmiyor. Buna gerek duymuyor.
Kendini geliştirmeyen, yani okurun beklentilerini veremeyen bir yazar okunmuyor, kitabı satılmıyor, dolayısıyla yayımlanmıyor.
Yazarsızlık önümüzdeki yıllarda çocuk yayımcılarını çok zorlayacak. Çünkü artık çocuklarının kitapları konusunda bilinçli bir anne baba nesli ile karşı karşıyayız. Çocuklarımız da farklı. Onlar artık yazarın kendilerine hayatı öğretmesini istemiyorlar, çünkü bilgi alabilecekleri daha olanaklı kaynaklara sahipler. Onlar kendi iç dünyalarında yaşadıkları çalkantıları dile getirebilen, büyüme sürecinde, hayatla kurmaya çalıştıkları uyum arayışlarında kendilerini anlamalarını kolaylaştıracak modeller (ama dersler değil) istiyorlar.
Ne yazık ki, çocuk yazarlarımızın pek çoğu çocuk edebiyatı yazarı değil, iyi ders kitabı yazarıdır. Üzülerek söylüyorum, ama birçoğu daha henüz yabancı bir ülke görmemiştir. Yine birçoğu yabancı yayınları izleyecek düzeyde yabancı bir dil bilmez. Bütün bunlar edebiyatçı olmak için zorunlu mu? Hayır, değil, ama günümüz çocuklarının okuyabileceği bir yazar olabilmek gerçekten engin bir dünya görüşü gerektiriyor.
Çocuklar dünyaya bir anlam vermek istiyor. Bu anlam arayışında edebiyatın işlevi çok büyük, ama olan bitene kendisi bir anlam veremeyen yazar yazdıklarıyla çocuklara, hele günümüz çocuklarına nasıl yardımcı olabilecek? Eğer bunu yapamıyorsa neden okunsun ki?… Çocuklar hızla büyüyor. Anne-babalar bir araya gelip çocuklarının kitapları konusunda ağırlık koymalı. Ülkemizdeki yayımcıları aslında biraz fazla rahat buluyorum. Her istediklerini istedikleri biçimde yayımlıyorlar. Daha önce örneklediğim yazarın klasikleri nasıl çevirdiğini söyledim. Telif eserlerde yazar hakkı çizer hakkı hak getire. Kötü Türkçe mi? Kim takar? Hani imama sormuş adamın biri: “Hocam okey dememiz caiz midir” diye, imam, “E, herıld yani,” demiş. Ben bugün berbat bir Türkçeyle kitap yazsam, kim bana itiraz edebilir ki? Talim Terbiye mi? Yayımcım oraya göndermeyiverir. Editör mü? Bir annenin bir editörle yaptığı telefon konuşması iyi bir örnek olabilir: Bu anne çocuğuna okumak üzere satın aldığı çocuk kitabının kötülüğü karşısında dehşete düşünce yayınevine telefon edip yayımladıkları bir çocuk kitabının çok kötü olduğunu, nasıl olup da bunu yayımladıklarını sormuş. Cevap: “Yazarımız ünlü biridir, üstelik özgürdür, dilediği gibi yazar.” Yayımcıların rahatlığına ne güzel bir örnek. Yani editör de benim kötü Türkçeli kitabıma itiraz etmeyecek demektir. Ee, kim kaldı? Kitapçı? Kitapçının her kitabı inceleyip de satması mümkün değil, böyle bir beklenti de gerçekçi değil. Geriye kala kala okur kalıyor. Okur da, çocuk değil, öncelikle bir yetişkin. Peki, acaba çocuğuna kitap alan bir yetişkin kitapları almadan önce dilini inceliyor mu? Böyle anne-babalar tabii ki var. Ama bu anne-babalar da bu konuda yalnız. Çünkü yetişkinlere yönelik olan kitapları, dergileri onlara ölçecek, biçecek, tanıtacak kitap tanıtma dergileri, gazete sayfaları, köşeleri var ama çocuk kitapları konusunda kendi yüzeysel bilgileriyle yapayalnızlar.
Ayrıca bilgi az. Bu konu da kendimden bir örnek vereyim. Yıllar önce yine bu konularda bir konuşma yaparken, Amerikalı Ezra Jack Keats’in ülkemizde hiçbir kitabının yayımlanmamış olduğunu söylemiştim. Kütüphane görevlisi arkadaşlarımdan biri az sonra kokteylde yanıma gelip arşivden bulduğu bir kitabı gösterdi. Benim Türkiye’de yayımlanmadığını söylediğim kitabı Kültür Bakanlığı1970’lerde yayımlamıştı. Artık daha dikkatli konuşmam gerektiğini böylece öğrendim, ama hatanın bir bölümü de bu konuda sağlıklı bir bilgi-belge merkezinin bulunmayışı. Şu sıralar kurulma aşamasında olan Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği’nin ilk görevlerinden biri mutlaka böyle bir merkezin oluşturulması olmalıdır. Hem ulusal, hem de uluslararası düzeyde bilgilenme olmadan ne sağlıklı bir üretim mümkündür, ne de bu üretimin hem yurtiçinde, hem de yurtdışında değerlendirilmesi.