Baskı hataları…

Şu köstekli saatlerin takıldığı türden eski tip yeleğinin küçük ceplerine parmaklarını takıp geriye doğru kaykıldı. Karşısındaki genç ve deneyimsiz bulduğu editöre hoşgörülü bir küçümsemeyle gülümseyerek sürdürdü: “Ne gerek var ki tercüme etmeye? Hepsi tercüme edilmiş zaten.”

Konu, çeviri çocuk kitaplarıydı ve bu ‘deneyimli’ yayımcının yayın listesinde bulunan klasiklerin çevirmenlerinin kim olduğunu öğrenmek istemişti genç olanı. “Hepsi tercüme edilmiş zaten. Alıyorum piyasada kaç tane varsa. Daktilomu da alıp yazlığıma gidiyorum. Bütün tercümeleri önüme koyup baka baka yazıyorum, hangi tercümenin cümleleri hoşuma giderse artık, bir ondan bir bundan…”

Özellikle klasikler söz konusu olduğunda en sık rastlanan bir aldatmaca (korsanlık) türü budur. Birinci tür aldatmaca o kitapları oturup çeviren çevirmenlerin emeklerine ciddi bir saygısızlık olduğu kadar açık bir haksız rekabet türüdür, bu belli de, asıl olumsuzluk bunun yarattığı ucuzlamanın doğrudan ‘iyi’yi zora sokmasıdır. Yani, doğru davranmanın kendisine hiçbir şey kazandırmadığını düşünen bir yayımcının, kendisine neden doğru davranmakta ısrar ettiğini sormaya başlaması beklenebilir. Başkalarının çevirilerini önüne koyup kopyalayan yayımcının ucuza mal ettiği kitaplarla nasıl rekabet edecektir çevirmenine para ödeyen yayımcı?

İkinci tür ise bugünkü çocuk okurlarda oluşacak (ya da oluşmayacak) okuma zevklerine, onlara hiçbir seçme şansı bırakmamacasına, tecavüzdür.

Metinler kısaltılabilir. Özetlenebilir. Konusu başka bir metinle anlatılabilir. Nitekim, özellikle dil öğreten ders kitaplarında edebi metinlerden yararlanılır ve bu metinler özgün metinlerin çeşitli düzeyler için yapılmış bilinçli kısaltmalarıdır ve bu kitapların tam metin değil, kısaltma oldukları üzerlerinde çok açık olarak belirtilir. Ayrıca, öyle klasikler vardır ki, gerçekte zaten çocuklar için yazılmadıklarından, tam metin olarak çocuğun önüne koyduğunuzda fazla gelebilir, ürkütebilir. Örneğin, Robinson’un ıssız adasına gelmeden önceki hayatını da kapsayan iki ciltlik tam metni yerine çocuklara genellikle adaya gelişiyle başlayan bölümü tek kitap olarak sunulur. Çünkü bu ünlü klasiğin gerçekte yalnızca bu bölümü çocuklara da ilginç gelebilecek bir serüveni anlatır.

Yani kısaltma amacına ve kısaltmayı yapanın edebi yeterliliğine bağlı olarak böyle bir uygulama mümkün. Ancak elindeki kitabın kısaltılmış olduğunu, kim tarafından ve hangi nedenle bunun yapıldığını okurun bilmeye hakkı vardır. Bir başka aldatmaca türü de, kitabın girişine Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu’nun onayı varmış gibi bir ibare konulmasıdır. Gerçekte bazı kitaplarda bu ibare doğru olarak şöyle yazılıdır:

Milli Eğitim Bakanlığı Tebliğler Dergisi’nin …. Tarihli ve …. Sayılı kararlarıyla öğretmen ve … yaş öğrencilerine tavsiye edilmiştir.”

Yoksa gülüp geçmeli mi?

Bu çok açık bir ibaredir. Genellikle kitabın ilk sayfasına yatay bir dikdörtgen çerçeve içine konur. Bu ibarenin bulunması bazı yayımcılar için okullara kitap satmak amacıyla gerekli olabilir. Bazı okul müdürleri bu ibarenin olmadığı kitapları okula sokmak istemeyebilirler. İşte bu durum bazı yayımcıları bu ibare olmasa da varmış gibi gösteren yöntemleri kullanmaya itmiştir. Örneğin, bir kitapta yine tıpkı gerçek ibarede olduğu gibi çerçevelenmiş olarak şöyle bir ibare var: “Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu’nun hazırlamış olduğu İlköğretim programına uygun olarak hazırlanmıştır.”

İlk bakışta bu cümleyi sonuna kadar okumazsanız, bu kitabın Talim Terbiye Kurulu’nun onayına sunuluşu olduğunu sanabilirsiniz. Bunun bir başka türü de Talim Terbiye onayı almış kitaplarla almamış olanları aynı listeye koyup tepesindeki ibareyi hepsi için geçerliymiş gibi göstermek, ya da düpedüz uydurma bir ibare koymaktır. 1990’lı yıllarda ilk kez basılan bir kitaba 1986 yılında Talim Terbiye tavsiye alındığını gösteren bir ibareyi yayımcısı ‘baskı hatası’ olarak açıklamıştı.

Bütün bunlar nedir? Üzerinde durulmalı mıdır, yoksa gülünüp geçilmeli midir? 40 yıldır İstanbul’da yaşayan bir Norveç’li arkadaşım bir gün ‘ sokaklara tükürüyorlar!’ diye şaşırdığında asıl ben çok şaşırmıştım, yani kırk yıldır hala alışamadın mı diye. Ancak artık doğru davranarak ticaret yapmaya çalışan yayımcılarımız olmasına rağmen çocuk yayımcılığımızın hâlâ debeleniyor olmasının ardında bu tür ‘baskı hatalarını’ kanıksamış olmamızın hiç mi rolü yok?