Fen Bilgisi İlköğretim 4. Kazım Bayındır, Serpil Demir, Numan Güngör. Güldağ Yayın Dağıtım, 2001.
Yalvaç Ural’la bir özel ilköğretim okuluna yaptığımız ziyaret her ikimizde ve izleyen öğretmenlerde derin bir iz bıraktı. Konuşmacı olarak Yalvaç çocuklara konferans verirken, yazmayı düşündüğünü ve çocukluğunda kendisini etkileyen ilginç bir anısını anlattıktan sonra sordu: “Beğendiniz mi?”
Bir çocuk, “Hayır!” dedi. “Beğenmedim.” Yalvaç nedenini sordu. Çocuğun yanıtı aynen şöyle: “Çok sıkıcıydı. Bize Amerika’nın Afganistan’ı nasıl bombaladığını anlat!”
Bunu söylerken, patlayan bombaları parçalanan insanları, her biri bir tarafa savrulan kolların bacakların sinematografik görüntülerinin canlandırılmasını talep ediyordu heyecanla.
Tamam, paniğe gerek yok. Bunu isteyen çocuk ille de büyüdüğünde katil olacak diye oldukça ham bir saptama yapmak yerinde olmaz. Ama kendilerine sunulanı sünger gibi emip benliklerinin bir parçası haline getiren çocuklara neyin nasıl ne kadar sunulduğu çok önemli ve bu alanda bizde yapılmış araştırmaların sayısı acilen artmak zorunda. Çocuklara sunulan kitapların, dolayısıyla da çocuklar için yazan yazarların neyi nasıl yazdığı da bu nedenle önemli. Diyelim, yaramaz bir çocuğu öykünüzün kahramanı olarak seçtiniz. Çocuğun çok yaramaz olduğunu anlatabileceğiniz birçok ayrıntı bulabilirsiniz, hele ki yazarsanız. Ama örneğin şunu demezsiniz: “Mustafa çok yaramaz bir çocuktu. Çevresindekilere hep zarar verir, hayvanları öldürürdü.”
‘Alt tarafı çocuk kitabı’
Ne oluyoruz? Hayvanları öldürürdü ne demek? Nasıl yani? Köpekleri, kedileri, ya da koyunları? Hatta biraz büyüdüğünde inekleri filan da mı öldürürdü? Bu ne biçim yaramaz çocuk tasviri?
Çocukların şiddet görüntülerinden, şiddeti evcilleştiren öykülerden nasıl etkilendikleri tümüyle ayrı bir konu, ama yazarların, yazarlığın ana malzemesi olan dilin ve yazının gücünü tanımadan yazarlık taslamaları ve yayımcıların da “alt tarafı çocuk kitabı işte,” diyerek bunları kitap diye yayımlamaları şiddetle öfkeye mazhar bir konu.
Bakın, bir ders kitabında çocuklara havasız yaşanmayacağını anlatmak amacıyla düzenlenmiş bir deney. Diyor ki: “Birinci kavonoza bitki, ikinci kavonoza böcek, üçüncü kavonoza da hem bitki, hem de böcek koyarak gün boyu gözlemleyiniz. Size göre, önce böceğin sonra bitkinin ölmesinin nedeni ne olabilir? Üçüncü kavonozdaki böceğin geç ölmesinin nedenini araştırınız.”
Evet, Tabii ki bilimsel gelişmenin gereği, labaratuvarlarda bazı deneyler yapılıyor ve karşı çıkışlar da olsa örneğin kobaylar, fareler birçok deneyde kullanılıyor. Ama bu yöntem oldukça tartışmalı bir konu ve bu nedenle de gerçekten zorunlu durumlarda kullanılıyor. Ancak şöyle düşünelim. Milli Eğitim Bakanlığı’nın en son (2000) istatistiklerine göre Türkiye’de resmi ve özel toplal 9.915.272 öğrenci var. Yaklaşık bir tahminle bunun sekizde birinin dördüncü sınıfa gittiğini düşünelim. Bu da 1.240.000 öğrenci demektir. Bütün öğrencilerin bu kitabı kullanacaklarını varsaymıyoruz tabii, ama bunun önünde bir engel de yok. Bu durumda bu kitaptan gereğince yararlanmak isteyen bir öğretmen bu deneyi aynen yaparsa, her yıl 1.240.000 böceğimiz ya da kelebeğimiz vahşice havasız bırakılarak katledilmiş olacak demektir. Öğrencilere havasız yaşanmayacağını birazcık burunlarını ağızlarını kapatmalarını söyleyerek göstermeniz de pekala mümkün.
Bilinçli ve bilgili olmak
Birileri incelesin de bu tür kitaplaryayımlanmasın, denir bazen. Örneğin, Talim Terbiye Kurulu. Böyle bir kurulun varlığı gereklidir. Ancak zaman zaman bu kurulun tavsiyesiyle çocuklara ders kitabı veya yardımcı ders kitabı olarak sunulan kitaplarda bu incelemenin her zaman iyi sonuç vermediğine ilişkin eleştiriler de gelir. Ancak böyle bir kurul da sonuç olarak kendilerine sunulanlar arasından bir değerlendirme yapmak zorunda olduğundan uzun vadeli çözüm yine de bilgili ve bilinçli yazarların çoğalmasından geçer.